27 Nisan 2024 Cumartesi / 19 Sevval 1445

Türk şiirinin Çelebi'si

BEŞİR AYVAZOĞLU, BİLİMSEL USLÛPLA SANATKÂRÂNE USLÛBU KAYNAŞTIRARAK, OKURU AKADEMİK DİLDE BOĞMADAN, DÖNEMİN EDEBÎ VE SİYASİ ATMOSFERİNİ CANLI BİR BİÇİMDE TASVİR EDEN, BİYOGRAFİ DİZİSİNE ASÂF HÂLET ÇELEBİ’Yİ DE EKLEDİ.

ALÂATTİN KARACA7 Kasım 2014 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Türk şiirinin Çelebi'si

Asaf Hâlet Çelebi, 1930’lu ve 40’lı yıllarda yayımladığı şiirlerle adını duyurmuş, hatta gerek şiir tarzı, gerekse kendine has şiir okuyuşuyla, bu dönemin edebiyat dünyasında tartışmalara, alaylara konu olmuştur. Masallardan, kadim uygarlıklardan; örneğin Mısır’dan, Budizm’den, Mevlana’dan, Galip’ten, İslâm tasavvufundan etkiler taşıyan şiirleri, gerçekten de İkinci Dünya Savaşı yıllarının Türkiye’sindeki egemen şiir anlayışına tersti. Çelebi, bu nedenle dönemin mizah dergilerine ve karikatürlere sıkça konu olmuştur. İşte He’nin İki Gözü İki Çeşme adını verdiği eserinde, Beşir Ayvazoğlu bu defa, kendine özgü uslûbu ve kişiliği ile dikkati çeken Âsaf Hâlet Çelebi’nin biyografisini yazmış. Böylece Ayvazoğlu, bilimsel uslûpla sanatkârâne uslûbu kaynaştırarak, ama daha çok da edebiyat tarihçisinin yöntemlerine sadık kalarak, okuru akademik dilde boğmadan, dönemin edebî ve siyasi atmosferini canlı bir biçimde tasvir eden, özellikle çeşitli anılarla renklendirdiği biyografi dizisine Asâf Hâlet’i de eklemiş oldu.

ÇOCUKLUK, MASAL KONAKLARI, MEVLEVÎ HALKASI

Sondan başlıyor Ayvazoğlu onu anlatmaya. Önce, ölümü; şairin cenaze töreni, Beylerbeyi Camii, ikindi vakti küçük bir cemaatle Küplüce Mezarlığı’na ebedî istirahatgâhına uğurlanışı ve ölümü üzerine basında çıkan yazılar… Sonra mazi. 1907, Cihangir’de bir konakta dadılar, halayıklar, kalfalar arasında doğuş. Dede İsmail Nazif Çelebi, annesi Atike Beyza Hanım, baba Arapça, Farsça ve Fransızca bilen kültürlü bir Osmanlı Mehmet Said Hâlet Bey. Daha 6 aylıkken Üsküdar Mevlevihanesi gidiş. Ahmet Remzi Dede’nin sohbet halkasına ve semaa dahil oluş. Konakta kendisine sürekli masallar anlatan kadınlar… Şiirlerini derinden etkileyen Mevlevi kültürü ve masalların büyülü olağanüstü dünyası içinde geçen çocukluk. 1920’lerden sonra bu kez Beylerbeyi’nde Hasip Paşa Yalısı’ndadır aile. Beylerbeyi’nin sakinleri, Necip Fazıl, Peyami Safa, Haldun Taner, Satı Erişen, Arslan Kaynardağ, Rıfkı Melûl, Münevver Ayaşlı, bir bir geçiyorlar sahneden. Ve Şirket-i Hayriyye vapurundaki temennalar, selamlaşmalar arasında şair. Musikiye meraklı, ud çalıyor, Hamparsum notalarını okuyabilen nadir kişilerden, amatör bir hattat, yemeye düşkün ve de iyi dikiş dikiyor. Cebinde beş on kalem… Yeri gelmişken, kimileri onu, “Çelebi” soyadından dolayı Mevlana soyundan zanneder. Dedesi Nazif Çelebi’den dolayı “Çelebiler” soyadını almış, Mevlana ile akrabalığı yok. Ayvazoğlu, kuru, ansiklopedik bilgiler yüklü bir hayat hikâyesinin peşinde değil, bir devrin, o devirdeki sosyal hayatın, semtlerdeki, konaklardaki, dergâhlardaki, kahvehanelerdeki, gazete ve dergi idarehanelerindeki “yaşanan hayat”ın peşinde. Biyografiyi canlı kılan da bunlar…

EDEBİ ÇEVRE, AĞAÇ, SES, HAMLE VE KÜLLÜK KAHVESİ

Necip Fazıl geçiyor bu hayatın içinden, mağrur kişiliği, demagog kalemi ve sararmış parmakları arasındaki tüten sigarasıyla, koltuğunun altında Ağaç dergileri. Çelebi de ilk denemelerini bu dergide yayımlıyor, ama mağrur tavırlarından olsa gerek, yıldızı bir türlü barışmıyor Üstat’la. Zaman zaman tartışıyorlar. Yıl 1938. Şair bu kez Dino kardeşlerin, Eyüboğlu’ların, Arif Kaptan’ların, daha çok sol çevrenin kalem oynattığı Ses dergisinde. Derginin ideolojisine pek de uymayan mistik içerikli şiirler yayımlıyor. Ancak tartıştığı Necip Fazıl’ın ürünleri de dergide çıkmaya başlayınca, Yeni Ses’ten ayrılıyor. Bu arada Çelebi, Sidharta şiiriyle edebiyat dünyasının gündemine yerleşmiştir. Alaylar, kırıcı eleştiriler… Ayvazoğlu, VIII. bölümde şairin ve edebi/fikrî çevrenin Buda ve Budizm’e olan ilgisi üzerinde durmuş, bu konudaki çalışmalarını değerlendirmiş, bir de etyemezliğinden bahsetmiş. Küllük Kahvesi, edebiyat ve bilim dünyasında önemli bir mekân. İkinci Dünya Savaşı’nın gergin ortamında Beyazıt’ta bir yanda R. Halit’ler, Yahya Kemal’ler, bir yanda hocalar Tanpınar, Niyazi Akı meselâ, Dino’lar, Fikret Adil’ler, Hüsamettin Bozok’lar, Ataç’lar, Orhan Veli’ler, şiir heveslileri, Necip Fazıl’ın deyişiyle “Küllük Akademiyası”dır burası! Sıtkı Akozan’ın “Sanmayın avare bülbüller gibi güllükteyiz/ Biz yanık bir kor gibi Küllük’teyiz” dediği ünlü kahvehane. Şair burada kendine has bir ton ve vurguyla; “Niyagrod-hâ/Koskoca bir ağaç görüyorum/ufacık bir tohumda” dizelerini, a’ları, o’ları, iyice uzatarak, nakaratı her hecesine vurarak üç kere okuyor. O yıllarda sık sık şiir matineleri düzenleniyor, şairler şiirlerini okuyorlar. X. bölümde şair 1940’larda Hamle dergisinde. Fransa’nın düşüşüne ağıt: Fransa İçin Şiir. Ne kadar da seviyor Fransa’yı! Bu şiiri, atıf yaptığı masallar eşliğinde çözümlemiş Ayvazoğlu. Şairin mekânlarını anlatmış sonra, örneğin Küllük’ü, Nisuaz Pastanesi’ni, Dino’ları, Gavsi Ozansoy’un 1939’da Tasfiye Lazım başlıklı yazılarının edebiyat dünyasında yarattığı tepkileri… Ardından kısa süren Küllük dergisi macerası ve daha uzun süren Gün Gazetesi’ndeki yazılar. Bu arada Küllük dergisinin kapatılış öyküsü de ilginç (bkz. 159-160). Çelebi şiirleriyle garipsenmişti ya! Hatta ruh hekimi İzeddin Şadan, ona, bir yazısında şiirleri nedeniyle “erken bunama” teşhisi koymuş. Eserde bundan başka, şairin resme ilgisi, yazdığı yazılar, ressamlarla münasebetleri, musikiyle ilgisi, Rauf Yekta Bey’le münasebeti ve bu konudaki yazıları ele alınmış. Asaf Hâlet Çelebi, hayatında şiirleri ve soyu nedeniyle bir sürü alaya, karikatüre, suçlamaya da maruz kalmış. Ona bu konuda sert suçlamalarda bulunanlardan biri de Reha Oğuz Türkkan. Türkkan, Gökbörü adlı milliyetçi dergide, ideolojik kutuplaşmanın heyecanı ile şaire salvolar savurmuş. Küllük’teki sol edebiyatçılarla birlikte göründüğü için olsa gerek, onu “komünistlik”le suçlamış; hatta “Rodos çingeleri”nden olduğunu iddia etmiş. Sonra Çelebi’nin buna Patlıcan Irkı yazısıyla cevap verdiğini öğrenmekteyiz. Eserin bundan sonraki bölümlerinde, şairin aşk ve evlilik hayatı, 1946’da İstanbul’dan bağımsız milletvekili adaylığı, memuriyet hayatındaki sıkıntılar, İstanbul dergisindeki yayın faaliyeti, poetikası, son yazıları ve hastalığı üzerinde durulmuş. Kitabın sonunda bir de “sıkı şiirler”ini daha iyi anlayabilmeleri için okurlara Okuma Kılavuzu eklenmiş. Ayvazoğlu, bu kitabıyla, derli toplu, canlı, renkli bir devir ve şahsiyet portresi daha sunuyor bize. Keşke biraz daha belge, biraz daha görsel malzeme olsaydı!

He’nin İki Gözü İki Çeşme

Beşir Ayvazoğlu

Kapı Yayınları