27 Nisan 2024 Cumartesi / 19 Sevval 1445

İbrahim Karagül: O konuşma kaydını o komutana kim verdi?

Bugünkü yazısında, Karargah Evleri soruşturmasıyla ilgili çarpıcı bilgiler aktaran İbrahim Karagül, o soruşturmayla ilgili daha önce yazdığı bir yazıdan dolayı nasıl hedef haline geldiğini anlattı.

stargazete.com20 Ağustos 2014 Çarşamba 07:00 - Güncelleme:
İbrahim Karagül: O konuşma kaydını o komutana kim verdi?

Yenişafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül bugün köşesinde çarpıcı bir yazı kaleme aldı. 

Karagül, "O konuşma kaydını o komutana kim verdi" başlıklı yazısında, 2009 yılında yürütülen Karargah Evleri soruşturması sırasında hem kendi başına gelenleri, hem de soruşturmayı yürüten savcıların başlarına gelenleri anlattı.

İbrahim Karagül'ün anlattığına göre, soruşturmayı Albay Zeki Üçok'la birlikte yürüten Yüzbaşı Mehmet Çelik, Karagül'ün üniversiteden arkadaşıydı. Çelik yıllar sonra Karagül'e telefonla ulaşmış, aralarında soruşturmayla ilgili bir konuşma geçmişti. Olanlar o konuşmadan sonra olmuştu. 

Hem Karagül'ün hem de Mehmet Çelik'in telefonları dinlenmiş, konuşma kayıtları bir şekilde Hava Kuvvetleri Komutanı'nın masasına kadar gitmiş, o da konuşmayı Albay Zeki Üçok'a dinlettirmişti. 

Geçtiğimiz günlerde STAR'da yayınlanan Albay Zeki Üçok'un Zekeriya Öz'le ilgili açıklamalarının yer aldığı habere atıfta bulunan Karagül,"sayın komutan bu yasadışı dinlemenin kimler tarafından kendisine ulaştırıldığını açıklamak zorunda" ifadelerini kullandı. 

İşte İbrahim Karagül'ün o yazısı: 

Balyoz ve sahte çürük raporu iddialarıyla gözaltına alınan ve dört yıl hapis yatan emekli askeri savcı Albay Zeki Üçok'un bu hafta Star gazetesinde yayınlanan itirafı, aslında bir cümlelik itirafların bile karmaşık hikayeleri çözmek için yeterli olabileceğini gösteriyor.

Üçok, operasyonları yürüten savcı Zekeriya Öz'ün odasında geçen bir konuşmayı aktarıyor ve Öz'ün 'gazeteci İK'yı (İsmail Küçükkaya) dinlettiği'ne ilişkin belgeyi gösterdiğini ancak 'yasal dinleme olmadığı için' kendisine vermediğini söylüyor. Olay 2009 yılında yaşanıyor.

O dönemde Hava Kuvvetleri Adli Müşaviri olan Zeki Üçok, askeri savcı Yüzbaşı Mehmet Çelik'le birlikte Ergenekon operasyonu çerçevesinde başlatılan Karargah Evleri soruşturmasını yürütüyor. Soruşturma ilk başlarda iyi giderken daha sonra 'operasyonun gerçek sahipleri' gidişattan memnun olmuyor ve bu iki kişiyi hedef alıyor.

Medya organlarında Zeki Üçok ve Mehmet Çelik'le ilgili ağır ithamlar içeren haberler servis ediliyor ve konu birden Türkiye'nin en tartışmalı konusuna, iki kişi de Türkiye'nin en tartışmalı isimlerine dönüşüyor. 'Dünyanın en zengin savcısı' başlığı altında haberler servis ediliyor ve bunlar internet sitelerinde ve gazetelerde alabildiğine geniş biçimde yer alıyor.

O dönemde yoğun olarak dış politikayla ilgilendiğim ve dış politika yazıları yazdığım için Türkiye'yi derinden sarsan operasyonlara ve soruşturmalara da çok da vakıf değildim. Sadece bir gazeteci refleksiyle izliyor, konuyu iyi bilenlerden takip ediyor kendimce kanaatler edinmeye çalışıyordum.

'KARARGAH EVLERİ SAVCISI KONUŞTU'

Bir sabah telefonum çaldı. Arayan Yüzbaşı Mehmet Çelik'ti. Üzerinde çok ağır bir baskı vardı ve muhtemelen bu baskının etkisiyle beni aramıştı. Çelik'le Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde birlikte okumuştuk. O telefona kadar yıllarca görüşme fırsatımız da olmamıştı. Ancak okul hayatından kendisini iyi tanıyordum, fakülteden ortak arkadaşlarımız üzerinden birbirimize selam gönderiyorduk. Hava Kuvvetleri'nde yüzbaşı olduğunu ve o soruşturmanın neresinde ne kadar yer aldığını da sadece o günlerde çıkarılan haberlerden öğrendim.

İnanılmaz şeyler anlattı. Bugün Türkiye'de hepimizin az çok öğrendiği dinlemelerle, ortada dönen dolaplarla, operasyonun boyutlarıyla ilgili çarpıcı detaylar verdi. Her gazeteciyi heyecanlandıracak şeylerdi bunlar. O bunu bir eski arkadaşa anlatır gibi anlattı ama ben kendisine bunların çok önemli olduğunu ve yazmak istediğimi söyledim. Önce itiraz etti sonra da 'Sen bilirsin, yazabilirsin' dedi.

13 Mart 2009 tarihinde 'Karargah Evleri savcısı konuştu' başlığı altında anlattıklarının bir kısmını yazdım.

'Önümüzdeki günlerde bize yönelik daha farklı saldırılar olabilir. Benzer haberlerle önümüzü kesmeye çalışıyorlar. Bu soruşturmayı yürütürken adaletli, dengeli olmaya çalışıyorum. İnsanları ideolojik kimliklerine göre sınıflandırmıyoruz. Gerçeği bulmaya çalışıyoruz' diyordu. Karargah Evleri soruşturmasının çok önemli olduğunu, çok yoğun ve dikkatli bir çalışma yürüttüklerini, adil olmaya çalıştıklarını, bu konuda kendilerinden emin olduklarını söylüyordu.

Peki soruşturmada bir karartma, soruşturmayı boşa çıkarma söz konusu olabilir miydi? 'Soruşturmayı yapan benim. Ne varsa çıkacak ortaya. Karartma olamaz. Düşünceleri uymuyor diye kimseye zulmedilmeyecek. Adil olmadığım yerde durmam. Fotomontaj resimlerle şantaj yapıyorlar. Önümüzdeki günlerde başka şeyler de çıkabilir. Önemli gelişmeler olabilir. Bu haberler çıkacak sonuçları önlemek, soruşturmayı yönlendirmek için yapılıyor' diyordu.

'Ben şu an istersem İbrahim Karagül'ü kendi telefonundan Abdullah Öcalan'la görüşmüş gibi yaparım. Bu görüşmeler Turkcell'de 'İbrahim Karagül bu kişilerle görüştü' şeklinde kaydedilir. Bunu biz ortaya çıkardık' diyordu.

Bazı çevrelerde, Karargah Evleri soruşturmasının yolundan çıktığına, gerçeklerin karartıldığına, yönlendirildiğine dair iddiaları doğrudan kendisine sordum. Çünkü burada en önemli tartışma konusu buydu. Kesin bir dille reddetti. Tam tersi, bazı çevrelerin tek yanlı soruşturma istediklerini, saldırıların bu yüzden yapıldığını düşündüğü izlenimini edindim kendisinden...

GAZETECİLİKLE VİCDAN ARASINA SIKIŞMAK

13 Mart 2009 tarihli yazıda özetle bunları aktardım. 14 Mart'ta kıyamet koptu. Çelik sabah sekizde Genelkurmay'a çağrıldı. 'Biz bu soruşturmada konuşmama kararı aldık, soruşturmayı etkileyecek hiçbir açıklama yapmama kararı aldık, sen bunu bozdun' demişler.

Beni aradı ve 'Galiba askerlik hayatım bitti' dedi.

Hem Çelik, hem ben hem de Genelkurmay zor durumda kalmıştı. İyice ölçüp biçmeden sadece bir gerçeği aktarma dürtüsüyle daha doğrusu gazetecilik refleksiyle büyük bir kavganın tam ortasına düşmüştüm.

Hayatımda ilk kez gazetecilikle vicdan arasında sıkıştım ve ben vicdanımı tercih ettim. Oldukça dengeli ve nazik bir dille hazırlanan açıklama metnini bir gün sonra köşeme koydum. Hiçbir yorum, ekleme ve çıkarma yapmadan yayınladım.

Açıklamanın yayınlandığı gün Mehmet Çelik'le aramdaki konuşma kayıtları Genelkurmay'a ulaştırıldı. Konuşmayı dinlemişler, hazırlamışlar ve adrese ulaştırmışlar.

Bugün Paralel Örgüt'ün tetikçiliğini yapan medya organları, internet siteleri günlerce şahsıma yönelik ağır hakaretler içeren yayınlar yaptılar. O zamanlar bu internet sitelerinin cemaatle bağlantıları kesin bir dille reddediliyordu. Şimdi her şey ortada. Çok çirkin yayınlar yaptılar, haberler servis ettiler. Güya ben Genelkurmay'dakilerle birlikte bir kumpas kurmuşum. Oysa o soruşturma çerçevesinde de genel anlamda da Mehmet Çelik'ten başka hiç birini tanımıyordum.

KONUŞMA HAVA KUVVETLERİ KOMUTANI'NIN MASASINDA!

Hatta Başbakan'la çıktığımız bir yurtdışı ziyaretinde Zaman yazarı Abdülhamit Bilici'nin nasıl bir öfke ile konu hakkında tepki gösterdiğini hatırlıyorum. Biliyorum, bu yazıdan sonra da aynı adresler, aynı dili kullanarak benzer saldırıları sürdürecekler.

Gelelim asıl meseleye:

O konuşma dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Aydoğan Babaoğlu'na verildi ve o da Albay Zeki Üçok'a dinletti. Sayın komutan bu yasadışı dinlemenin kimler tarafından kendisine ulaştırıldığını açıklamak zorunda. Burada en alttan kendisine kadar ulaşan silsilede yer alan herkes suçludur ve kişilik haklarım çerçevesinde bunun yasal takipçisi olacağım..

Türkiye bugün insanların nasıl dinlendiğini, takip edildiğini, tehdit edildiğini tartışıyor. Bütün kirli hesaplar bir bir ortaya saçılıyor. Bu dinlemeleri o tarihlerde yapanların en sonunda hükümeti devirip darbe ile devleti denetim altına almaya çalıştıklarını gördük. Aynı eller 2009'da Hava Kuvvetleri Komutanı'na kadar masasına dinleme kayıtları koyabiliyor, belki de onları tehdit edebiliyormuş...