25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

O Ses Türkiye yarışmasına katılan Çiğdem Bezci kendi hayat hikayesini anlattı..

O Ses Türkiye yarışmasına katılan Çiğdem Bezci kendi hayat hikayesini anlattı..

11 Aralık 2013 Çarşamba 07:00 - Güncelleme:
O Ses Türkiye yarışmasına katılan Çiğdem Bezci kendi hayat hikayesini anlattı..

Şarkıcılık yaparken geçirdiği kaza Çiğdem'in hayatını tamamen değiştirmişti. Star TV'de yayınlanan O Ses Türkiye yarışmasına katılan Çiğdem Bezci sesi ile mest ederken dramatik hayat hikayesiyle de herkesi ağlatıyor..

Çiğdem, 15 Ekim 2009 tarihinde evlilik hazırlığı yaptığı nişanlısı Alper Bezci ile yaptığı trafik kazasını ve hayatını Hürriyet'ten Sibel Arna'ya anlattı..


İşte Çiğdem'in duygu dolu o hayat hikayesi;
 

“O Ses Türkiye” yarışmasıyla girdi hayatımıza. Hayat hikâyesinin bir bölümünü bile dinleseniz halinize bin kere şükredersiniz, günlük hayatta üzülüp dertlendiğiniz şeyler aklınıza gelir, utanır yerin dibine girersiniz.

Geçirdiği trafik kazası sonucu bir bacağı kopan, bir yılda sayısız ameliyatla hayata dönen Çiğdem Bezci (30), tek bacağı olmamasına rağmen anne oldu, 4 kilo tosun gibi bir oğlan doğurdu ve 22 ay emzirdi. Uyarmadı demeyin, ülkenin yeni umut ilacının hayatını detaylı okuduğunuzda tokat yemişe döneceksiniz.

Babasız büyüyen kızlardandı. Bu yüzden çocukluğunu tam yaşayamadan kadın olanlardan... Abisi de Çiğdem de çok küçüktü annesi ile babası boşandığında... Öğretmen baba ile yerel bir gazetede çalışan annenin ayrılık sebebi klasikti: Şiddetli geçimsizlik. Evlatları çok küçük olduğu için annesi ikinci bir evlilik denedi.

Biri ona ve yavrularına sahip çıksın, şefkat versin isterken alkolik bir adama denk geleceğini, her akşam demirle dövülmek gibi insanlık dışı bir şiddete maruz kalacağını nereden bilebilirdi... Bir yıl süren ikinci evliliği bedeninden çok ruhunda derin yaralar bırakarak bitti.

Babası da ikinci kez evlendi Çiğdem’in... Onun gerekçesi de benzerdi. Evde bir kadın olursa çocukları ile daha çok vakit geçirebileceğini söyledi. Ama tam tersi oldu. Yeni karısı Çiğdem’i ve abisini hiç istemedi, eve sokmadı... Babası da duruma razı oldu, sadece ikinci eşinden olan üç çocuğuna babalık yaptı. Kendini bildi bileli şarkı söylüyordu Çiğdem.

Kumanda, tarak, çatal her şey mikrofondu gözünde. Okul korosunun baş solisti, düğün-dernek, kadın toplantılarının şakıyan bülbülüydü: “Arkamda orkestra ile “O yana da dönder sar beni, bu yana da dönder sar beni” diye şarkı söylediğimde altı yaşındaydım.”

Kendini kadın ve anne gibi hissettiğinde ise Ünzile gibi sekizindeydi daha: “Annem de abim de çalışıyordu. Ispanak yemeği ve mercimek çorbası ile başlayan mutfak maceram kısa sürede mantı açıp içli köfte doldurma boyutuna geldi. Temizlikte de çok iyiydim.”

Çiğdem 18’ini geçtiği sıralarda annesi profesyonel bir ekip tarafından dolandırıldı. Hayat boyu çalışarak yaptığı tek birikim olan evleri ellerinden gitti. Psikolojisi hiç de sağlam olmayan anneye bu darbe çok ağır geldi.

“Bir gün annemi sokak ortasında hiç tanımadığı bir polisin bacaklarına sarılıp ağlarken buldum. ‘Evimi aldılar annecim, kurtar bizi’ diye haykırıyordu. O gün karar verdim, bir şeyler yapacak ve o evi kurtaracaktım. Abimin yanına gittim, ‘Annemizi kaybediyoruz, izin ver barlarda şarkı söyleyeyim’ diye yalvardım, zor oldu ama ikna oldu. Çünkü o da çaresizdi. ”


BABASININ ÖLDÜĞÜNÜ GAZETEDEN ÖĞRENDİ

Antalya’nın en iyi barlarında şarkı söylemeye başladı. Gecede bin lira kazanıyordu. Kazandıkları ile annesini tekrar hayata bağlayabildiği için çok mutluydu. Çünkü bir tek annesi vardı işte: “Vefasızlığı yüzünden babamı silmiştim.

Cenazesi şuradan geçse dönüp bakmam diyordum. Çok büyük konuşmuşum. Benim babamı bir imam öldürdü. Üstelik babası yerine koyduğu bir imam. Ve ben öldüğünü gazeteden öğrendim. Olay şöyle oluyor; imam, çocuklar gürültü yapıyor diye cinnet getiriyor.

‘Sizi asarım keserim’ diye küfür ediyor. Çocuklardan birinin teyzesi dışarı çıkıyor, ‘Niye çocuklarımıza bağırıyorsun?’ diye buna söyleniyor. Kadın da ablasının yanında tatilde ve dört aylık hamile.

İmam o kadar kendinde değil ki, çıkarıyor tabancasını kadını vuruyor. Babam silah sesine dışarı çıkıyor, kadına yardım etmeye çalışırken babama da ateş ediyor, kolundan vuruyor.

Babam hemen eve girmek istiyor, karısı kapıyı açmıyor. ‘Aç aç’ diye bağırırken imam babamı göğsünden vuruyor, olay yerinde ölüyor. Cenazesine nasıl gittiğimi bilmiyorum.

O toprağa dokunduğum an onsuz geçen yıllarıma ne çok ağladım bilemezsiniz. Anaya babaya küsülmez arkadaşlar, onlar hayattayken gidin ellerini öpün. Hata onlarda olsa bile yapın bunu. Nasıl öleceklerini hiç bilemezsiniz.”

AŞK UĞRUNA SAHNEYİ BIRAKTI SABUNCU OLDU

25 yaşına gelmişti... Antalya gece hayatının tanınan ve sevilen bir sesiydi artık. İyi kazanıyordu, iyi de harcıyordu. Topuklu ayakkabılara, şıkırtılı gece elbiselerine doymuştu.

Erkekler konusunda çok kapalıydı, etrafına bir koruma kalkanı örmüştü. Kimse kolay kolay yanına yaklaşamıyordu. Bu yüzden çalıştığı barın işletmecisi Alper’in aşkını bir türlü fark edemedi.

Ta ki Alper bir gece yarısı evinin önüne gelip evlenme teklif edene kadar... “Sana sırılsıklam aşığım, gördüğüm an nefesim kesiliyor, görmediğim an dünyam kararıyor, hayatımın sonuna kadar seninle yaşamak istiyorum, lütfen evlen benimle dedi. Gerçekten şoke oldum. Çalıştığım yerin işletmecisiydi benim için sadece, Alper Bey’di.”

Alper’in dürüstlüğü, aşkının şiddeti ve şefkati çok etkiledi Çiğdem’i. Ona yüzde yüz güvendi. Üç ay sonra nişanlandılar. Nişanlısı kıskanıyor, bar müşterisinin arzulu bakışlarına dayanamıyor diye sahneyi bıraktı.

Kendine küçük bir sabun dükkanı açtı. Bir gün albüm çıkarmak hâlâ hayallerini süslüyordu ama mutluydu. Hatta “Ben artık patron oldum” diye böbürleniyordu bile.

KAZAYI RÜYASINDA GÖRDÜ

O günlere gördüğü bir rüya, daha doğrusu kâbus, Çiğdem’in başına geleceklerin ilk sinyali oldu: “Aşk-ı Memnu dizisinin Aşk-ı Memnu olduğu günler. Rüyamda Adnan Bey, yani Selçuk Yöntem benim sevgilim. Bir hastanedeyiz. Koridorun sonundaki ameliyathanede kapalı kalıyoruz. Adnan Bey, annem, ben ve kocaman bir arı. Ama şekli yusufçuk...

O günlerde çok moda bir yusufçuk kolye var ya, aynen oradaki figür. Arı, küçücük bir camdan dışarı çıkmak için uğraşıyor. Annemle Adnan’ı öldürecek diye ben onları dışarı atıyorum. Arı geliyor, benim sağ bacağımı sokuyor. Ben olduğum yere yığılıyorum. Kapıyı kırıyorlar, annem ‘Yavrum öldü’ diye dövünüyor. Sıçrayarak uyandım.”

Bayramın yaklaştığı günlerde Alper sabuncu dükkanına elinde bir araba anahtarıyla girer. Bir araba kiralamıştır, Çiğdem’e birlikte Ankara’ya gitmeyi teklif eder. “Annem ve babam Ankara’da. Hem onları alır, Alanya’ya evlerine bırakırız hem de akrabalarımla tanışmış olursun. Gelinlerini çok merak ediyorlar” der. Çiğdem bu sürprize hiç sevinemez:

“O an içime bir kaya oturdu. Asla gitmek istemedim. Aslında bir genç kız daha ne ister? Nişanlımla el ele araba yolculuğu yapacaktım, çok sevinmem lazımdı. Ama hiç mi hiç istemedim, ağlamaklı oldum. Annem ve abim izin vermez zaten dedim.”

Aksi gibi abisinin izin vereceği tutar. Ama bir şartla. Gece orada kalmayacaktır, gidip anne ile babayı alıp aynı gün içinde geri dönmeleri gerekmektedir. Yola çıkarlar. Yolculuğun ilk saatinde Çiğdem ön koltukta uyuyakalır. Dehşet bir rüya gördüğü için bağırarak uyanır: “Burada benim kolum bacağım kopsa kim bakar bana, evime götür beni Alper” diye ağlamaya başlar.

Alper çok kızar. “Aşkım niye böyle abuk sabuk düşünceler içine giriyorsun. Kötü bir şey olmayacak, güven bana” diyerek sakinleştirmeye çalışır. Ankara’ya sağ salim giderler.

Akrabaların ellerini öpüp, anne ve babayı alıp yola çıkarlar. Alanya’ya da kazasız belasız varırlar. “Kayınpederim ve kayınvalidemi bıraktık ve yine hiç dinlenmeden yola çıktık.

Emniyet kemerimi takmadım, iyi ki takmamışım, taksaydım içeri giren bariyer beni orada ikiye bölerdi, Alper’in dizine yattım. Alper uyuya kalıyor. Ayak tabii daha çok gaza gider. Zemin yağ gibi kaygan. Bariyer sağ tarafımdan bana giriyor, bacağım kesiliyor.

Akciğerlerim kaburgalarıma batmış, dokuz kaburgam kırık, solunum yok, sıfır nabız. Olay yerinde ölüyorum. Üzerime gazete örtüyorlar. Normalde kan görünce bayılan Alper, bacağımın halini görünce üzerindeki kazağı çıkarıp bacağıma bağlıyor.

Atardamar kesildiği zaman kanı beyne pompalarmış, o insan yaşasa bile aklı olmazmış. O bağladığı kazak vücutta az kalan kanı aşağı pompalamış, o benim aklımı korumuş.

Bir polikliniğin önünde kaza geçiriyoruz. Gerekli her şey yapılıyor ama yaşamıyor diyorlar. Komutanla birlikte ex raporum tutuluyor. Poliklinikte yılda bir kez nöbet tutan bir profesör nöbetçi.

Açıyor yüzümü, ‘Makinaya bağladınız mı?’ diye soruyor. ‘Bağladık hocam’ diyorlar. ‘Bir daha bağlayın, bu kız cevap verecek gibi duruyor’ diyor. Sekiz saat makineden çıt duymak için başımda beklemiş.

Sekiz saat sonra hayata tam anlamıyla dönmüşüm. Üç gün eve hiç gitmemiş. Gözümü üç gün sonra açmışım. Gözümü açtım, ‘Merhaba Çiğdem, ben Hilmi Ulus, büyük bir trafik kazası geçirdin’ dedi. ‘Biliyorum, bacağım yok değil mi?’ dedim. Hoca inanamadı, ‘Kim söyledi, nereden biliyor’ diye nasıl bağırıyor! Benim kafam yamuk, göz kapağım bile yok.

26 dakikada Alanya’dan Antalya’ya sevk edildim. Göğüs cerrahının akciğerime batan kaburgalarımı onarması gerekiyor çünkü. Makineye bağlıyım, başka türlü nefes alamıyorum. Göğsümün hemen altına bir boru batmış. O boruyu çıkardıkları yerde kocaman dört kanatlı bir yusufçuk izi var. Rüyadaki yusufçuk.”

Antalya’nın bütün gazetecilerinin başına toplandığı bir gün komadan uyandı. Gözünü açar açmaz ilk kelimeleri kaydedildi. O günden sonra her adımı yine basın tarafından takip edildi.

Evlendi haber oldu, çocuk doğurdu haber oldu. Çiğdem rüyasında gördüğü Adnan Bey’i de böyle yorumluyor: “Basına mâl olmuş birini gördüm, bu felaket sayesinde ben de basına mâl oldum.”

KOVMASINA RAĞMEN GİTMEDİ

Bir yıla yakın hastanede yattı. Ameliyat üstüne ameliyat geçirdi, nişanlısı Alper yanından hiç ayrılmadı. Biz böyle hikâyelerde erkeğin bırakıp kaçmasına alışığız, sevgilisi ona bebekler gibi baktı. “Dünyanın en sabırlı adamı olabilir benim kocam. Ben hastanede yatarken ona neler yaptım! Sürekli hakaret ettim, her gün üç posta kovdum.


Bu kazayı yaptığı için benimle evlenmek zorunda değildi. Çünkü ben ne gelirse gelsin Allah’tan geldiğine inanıyorum. Alper sadece görevliydi. Ailesini çağırdım, ‘Oğlunuza başka birini bulun’ dedim.

‘Nefret ediyorum senden’ diye suratına haykırdım. ‘Sen ne gurursuz adamsın’ diye bağırdım. Kovduğumda hastanenin önündeki banka gidiyordu.

Yağmurun, soğuğun altında çağırmam için üç gün oturduğunu bilirim. 25 gün evine hiç gitmeden aynı çorap ve aynı ayakkabıyla başımda oturduğu oldu. Lavman yapıp popomdan kakaları elleri ile temizledi. Kesik bacağıma pansumanı yaparken akan kanlı irinleri öptü. ‘Bizim bu bacağa iyi bakmamız lazım aşkım, protez takacaksın’ dedi.

Bir yılın sonunda hastaneden çıktığımda ben yine ayrılmak istedim. ‘Burada yollarımız ayrılıyor, artık özgürsün’ dediğimde bana döndü ve ‘Aşkıma ikna olmak için tamamen eşit olmamızı ister misin? Bir bacağımı kesmek benim için çok kolay’ dedi. O an dondum kaldım. Gerçekten yapacak gibi bakıyordu.”

Üç ay sonra evlendiler... İlk günler zordu. Çiğdem yeni bedeniyle yeni hayatına adapte olmaya çalışıyordu. Artık bir cinsel hayatı vardı, gerçek anlamda bir ev kadınıydı... Gerdeğe girdikleri ilk gece Alper’in karşısında çırılçıplak kaldığında buharlaşıp uçmak istedi...

Ama kocası yine ona dünyanın en güzel ve en seksi kadını olduğunu hissettirdi. “İlk kez birlikte olduk. Ben sonrasında duş almak istedim. Alper beni kucağına aldı, klozete oturttu. Öncesinde de oturacağım yeri sıcak suyla ısıttı. Böyle kusursuz bir adamdır işte benim kocam.”