19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Ailem beni ‘hukuk okuyor’ sanıyordu

İlkokuldan mezun olmak için sınavlarda şarkı okudu. Futbolcu hatta avukat olması beklenirken bestekarlığı ve koro şefliğiyle tanındı. Allah Allah Şükren Lillah diyen Esma Zikri ve Hicaz Dua formu, yüzlerce bestesiyle tasavvuf müziğinde dünyaca ünlendi. Ahmed Hatiboğlu ile çok özel...

Zaman Tüneli /SELİM EFE ERDEM/[email protected]17 Şubat 2013 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Ailem beni ‘hukuk okuyor’ sanıyordu

-10. Yıl Marşı’nın okunduğu günlerde gözünüzü açtığınız Burdur’da nasıl bir çocukluk geçirdiniz?

Çok hareketliydim. Molla tabirini kullanırım bizim birader için. (İkizi, ilahiyat profesörü Mehmed Said Hatiboğlu) Ne hikmetse, o okuma sevdalısı ben ise devamlı dağların, ağaçların tepesindeyimdim. Kırılmadık yerim kalmazdı. Mahalledekilerin reisi gibi bir durumum vardı. O okumayı çok seven, başarılı öğrenciyken ben sınıfta kalırdım.

-Babanız Mehmet Ubeydullah Efendi bu durumunuza müdahale etmez miydi?

Bizimle ilgilenmeye çok zamanı kalmazdı. Devamlı da okurdu. Zaten kütüphanesinin içerisinde yer yatağı kurulur, annemle orada uyurduk. Ne zaman gözlerimi açsam, uyandığımı anlayan babam ‘Ahmed, şuradaki kitaplığın bilmem kaçıncı sırasındaki, bilmem ne kitabını’ bana getir’ derdi. Bizimle büyük ağabeyim Hasan ilgilenirdi, ondan çekinirdik.

-Babanız Burdur müftüsü iken sohbetlerine kimler gelir, neler konuşulurdu?

Babam civar köylerdeki meclislere giderken onun faytonuna binmek çok hoşuma giderdi. O mecliste sohbet ederken, köylüler Mehmed ile bizi güreştirirdi. İstediğim anda sırtını yere getirebileceğim halde kıyamazdım Mehmed’e, üzülmesin diye. İlim açısından emsali yoktur.

-Sizi Türk Müziği üstadı olarak biliyorduk ama önce futbolcu, sonra avukat olmaktan son anda vazgeçmişsiniz.

Burdur’dayken kaleci olmak istiyordum. Afyon’da deplasmandaki maça gidilecek ama Hasan ağabeyim futbolu yasakladı.  Burdur Valisi gidip Hasan ağabeyimden izin aldı. Çarşıda çocuklar ‘Kaleci Ahmed’ diye beni gösteriyordu. Maçta kurtarışlarımla maçı iki sıfır kazanınca, Afyonlular Burdurlu futbolcuların otobüsünün kalkmasına izin vermedi. Nüfus kağıdıma baktılar, bu yaşta ve yetenekte Burdur’dan çıkmaz sanıyorlarmış. Lise bitimi Ankara’ya gittiğimizde ‘Futbol burada biter’ dedim. Çünkü musiki ağır bastı.

-Müziğe ilginizde udi annenizin etkisi var mıydı? Baba müftü, anne udi, oğul futbolcu, renkli bir aile görüntüsü.

Babam, annemle evlenme düşüncesini paylaşınca çevresindekiler ‘Hoca efendi, ud çalan bir hanımla mı evleneceksiniz’ dese de babam ‘İyi ya, o çalar, ben de söylerim’ demiş. Ama babamla evlendikten sonra ona saygısından çalmayı bırakmış. Ankara Radyosu’nun stajyer ses sanatçısı alacağını duydum. Sınav günü gittiğimde radyonun önünde bir kıyamet, aman yarabbi! Türkiye’nin her yerinden binlerce aday gelmiş, yedi kişi alınacak. Sınav için iki numaralı stüdyoda ak saçlıların önüne çıktım. Sonradan öğrendim, meğer aralarında Ruşen Kam, Mesud Cemil varmış. Oysa Kam’ı Burdur’da radyodan ağlayarak dinlerdim. ‘Ne okuyacaksın evladım?’ dediler. Etti o güzel ahde vefa, müjdeler olsun deyince, herkes oturduğu yerde bir irkildi. Bitince ‘Tamam evladım, sonuca listeden bakarsın’ dediler. Akşam listeye baktım, yedi kişi arasında ben de vardım. Sonradan ne yaptıysa İsmet Nedim, Cumhurbaşkanının emriyle sekizinci kişi olarak alınmış. O ana kadar hiç müzik eğitimi almamıştım. Burdur’da radyodan eserleri ezberlerdim. Ankara’da Hukuk Fakültesi’ne yazıldım, ailem benim Ankara Radyosu’na girdiğimi bilmiyordu. Hiç kimse bilmiyor, onlara çok sürpriz oldu. 1955’te hem Hukuk Fakütesi’ne hem de Ankara Radyosu’na girdim.

-Gerçeği annenize nasıl söylediniz?

Yasaklamamışlardı zaten ama ‘Ben bir şey olur!’ düşüncesinen çekinerek söylememiştim. Radyoda bir gün bana ‘Ya senin aşağıda mutemet Ahmet Bey bekliyor’ dediler. Gittim. ‘Oğlum sen neredesin ya. Şuraya bir imza at, şu zarfını al, bir daha da zamanında gel’ dedi. Zarfa baktım, para var. ‘Ben burada müzik eğitimi alıyorum, niye bana bu para veriliyor’ dedim. ‘Oğlum sen ne biçim insansın, senin maaşın bu ya’ dedi. Meğer biz imtihan biter bitmez kadrolu eleman olmuş, maaşa bağlanmışız.

-Ankara Radyosu’nda neler yaşadınız?

Umduğumu bulamadım. Türk Müziği resmen aşağılanıyor, yok edilmek isteniyordu. Batı Müziği eğitimi verilmek isteniyordu. Bülent Arel adında birisi var ama Sadettin Arel ile hiç alakası yok. ‘Türk müziği diye bir şey yoktur, Arap’tan, Acem’den, Bizans’tan alınmış’ diyor, türlü hakaretler ediyor. ‘Siz hoca olarak bize ders vermeye gelmişken ne hakla Türk Musikisi’ne hakaret ediyorsunuz’ diye çıkıştım, kavgayı sınıftakiler ayırdı. Adnan Saygun başta olmak üzere ’Avrupa müziğini Türkiye’ye yerleştirip, Türk müziğini yurdumuzdan kovalım’ düşüncesindeler. Biz 1965 yılında evlendiğimiz zaman Ergun Balcı ve eşi de yeni evliydi. Aynı zamanda Neyzen Arif Biçer vardı. Kendimizi tasavvuf ve dini musikiye verdik. Bir hareket başladı, sabah güneş doğana kadar biz müzik yapıyoruz. Gelenlerin sayısı giderek artıyor. 1977 yılında ‘Tasavvuf müziğini koro olarak icra etmenin zamanı geldi. Hemen faaliyete başlamalıyız’ dedim. Radyoda duysalar, bizi diskalifiye ederler. Dini musiki yasaklar manzumesi içerisine giriyor. Ergun Balcı, Ankara Radyosu Yurtdışı Yayınlar Programı’nda. O sırada Almanya’ya giden işçilere yönelik türkülerle karışık program hazırlıyor. Benden ilahi istedi. ‘Ya başına iş açma, işine son verirler’ desem de ‘Sana bir sır vereyim, radyoda denetlenmeyen tek yer yurtdışı yayınları. Merak etme’ dedi. Yapacağımız şey de saklı gizli olacak. Herkesin izinli olduğu anda, stüdyoya da girmeden spiker odasından yayın yapacağız.

-Kimseye haber vermeden, radyodan korsan ilahi mi okuyacaksınız?

Evet, radyodan korsan ilahi okuyacağız. ‘Nasıl olur, Ankara Radyosu’nda sanatçılar bile her gün denetlenir’ dedim. ‘Vallahi billahi denetim dışı. Polis Radyosu bizden daha çok denetimde. Burada her şeyi olduğu gibi yayınlıyorum’ dedi. Bir pazar günü kimseler yokken üç numaralı odaya girdik. Bir, iki, üç, dört derken eserler canlı yayında gidiyor yurtdışına. Ertesi gün korkuyla gittik radyoya ama masamın üzeri mektup dolu. Gurbetçiler aynı eserlerin okunmasını istiyor. Ondan sonra dedim ki ‘Farz oldu, birkaç tane daha üretelim saklı gizli’...

-Yani korsan ilahi okudunuz... 

Korsan ilahi okuduk, tamamen öyle. Üç beş tanesini tamamladık, gene mektuplar dolmuş taşmış. Hangi müdür vardı, isimlerini hatırlamıyorum ama birisi mektuplardan olayın farkına varmış ve ‘Ya bu kadar beğeniliyorsa, bunu yurtdışından önce Ankara radyosundan yayınlayalım’ dedi. Sonra din programlarında okumaya başladık.

-Radyoya ilahiyi soktunuz!

Evet. İşler yavaş yavaş mecrasına giriyor. Sonra sazendeleri devreye soktuk. Radyoda herhalde bir cuma günüydü. Kıyamet kopmuş. Yönetim kurulu cumartesi günü acil toplanmış. Adnan Saygun başta olmak üzere Batıcılar ‘Bu laikliğe aykırıdır, kim yaptıysa haddini bildirmek lazım. Tahkikat açılsın’ demiş. Ama oylama beşe beş kalmış. Bizi Mukbil Özyörük kurtarmış. ‘Adnan Bey Adnan Bey, radyoda her gün kilise müziği çalarken, ilahilerimiz mi laikliğe ters geliyor. Hiç hukuk nosyonunuz yok mu?” demiş. Radyodan atılmakla kalmayacak, mahkemelerde sürünecektik.

Mevlevi semahı gibi kadiri devranı istediler

-Tasavvuf müziğine Hicaz Dua ile yeni bir form kattınız. Benzer başka çalışmalarınız oldu mu?

Ankara Radyosu’nda bir konser veriyorum. Arada yanıma gelen birisi aslen Elazığlı olan Kadiri Tarikatı şeyhi Abdülkadir Şaşmaz’ın, Konya Şeb-i Arus törenlerinde olduğu gibi Kadiri Devranı sergilemek istediklerini ve bu işin ancak benim yapabileceğimi düşündüklerini söyledi. Önce yaptıklarını görmek istedim, zikirlerini izledim. Özelliği, hem okuyup hem zikir yapmalarıydı. Dinledikçe bayağı etkilendim. Şeyh Efendi ‘Nasıl buldunuz hocam’ diye sordu, oldukça etkilendim ama bunu söylemedim. Gece yarısı bire doğru eve bıraktılar. Kasetleri dinlemeye ve notaya almaya başladım, ertesi gün tamamladım. Telefon ettim, sanki başka eserlermiş gibi ‘Bazı şeyler buldum, bir dinletmek istiyorum’  dedim. Ama notalar dökülmeye başlayınca dervişler hemen başladılar zikre. Birisi dedi ki ‘Hocam bu bizim okuduğumuz ilahiler gibi’ dedi. ‘O zaman mesele kalmadı’ dedim. Form tutmuştu. Bütün provalarını yaptık. Ankara 100.Yıl Salonu’nda gösteri oldu. 80’lerin başında bir kış günü, Anadolu’dan gelenler nedeniyle sokaklar otobüsten geçilmiyor. Sonra ne oldu bilmiyorum ama devamı gelmedi. O zamanlar böyle şeylere sıcak bakılmıyordu.