26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

Annesinin öldüğü gün hariç 52 yıldır kütüphaneden çıkmadı

Hukuk okuduğu İstanbul Üniversitesi’nde 27 Mayıs sürecine tanık oldu. Necip Fazıl Kısakürek ve Nurettin Topçu’dan etkilendi. Almanya’da Türk devletleri üzerine doktora yaparken bir Alman kızını çok sevdi, romanını bile yazdı. 1960’dan beri yalnızca bir gün kütüphaneye gitmediğini söyleyen yazar Mehmet Niyazi Özdemir’in hayatı...

ZAMAN TÜNELİ/SELİM EFE ERDEM/[email protected]30 Eylül 2012 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Annesinin öldüğü gün hariç 52 yıldır kütüphaneden çıkmadı

MEHMET Niyazi Özdemir’in çocukluğuna dair hatırladığı ilk şeylerden biri babasının kurduğu mahkemelerdi. Mehmet Bey ailenin beş kuşaktır sürdürdüğü demirciliği bir kenara bırakarak manifaturacılığa başlamıştı. Ama dükkanları işyerinden daha çok mahkeme salonu gibiydi: “Akyazı’da bir hakim vardı. Babam rahmetli olunca ‘Bizim mahkemelerin işi senin baban öldükten sonra dört kat arttı’ dedi. Birisinin kızı kaçırılmış, öteki borcunu vermiyor, birinin hayvanı kaybolmuş, dükkanda hallederdi. Ceza verilirdi: Sen şuna, şu kadar para vereceksin! Etkisi nereden gelirdi bilemiyorum, klasik bir cami cemaati adamıydı.”  Babası, onun hayatında önemli bir isimdi. Hatta adındaki Mehmet mahlası ve Çanakkale Mahşeri kitabındaki 700 gerçek öyküden biri de Mehmet Bey’di. Babası Çanakkale ve Filistin’de savaşmıştı. Ama oğlunun Çanakkale’ye ilgisi yıllar sonra bir Alman profesörün sorusuyla başlayacaktı.

10 YAŞINDA İLKOKULU BİTİRDİM AMA...

Henüz beş yaşında bile değilken ilkokula başladı. Üç yaş büyük ağabeyi okula giderken sürekli peşinden ağlıyordu. Öğretmeni sınıf dolmuyor diye küçükken okula başlamasına izin vermişti. Ama bir süre sonra babası okuldan almak istemişti: “Üç beş gün sonra babam demiş ki ‘Artık göndermesek...’ Öğretmen ‘Ama o büyüğünden daha iyi okuyor, bırakın gelsin’ demiş. Ağabeyime yazıyı öğretmiştim. 10 yaşımda okul bitti ama 11 yaş öncesi diploma verilmiyordu. Bir sene beklerken Kur’an kursuna gittim sonra da Akyazı ortaokulu’na.”

CAN BARTU’YLA AYNI SINIFTA OKUDU

1942 yılında dünyaya geldiği Akyazı’da babası onu ‘Yatılı hakkını kullanarak bir fukaranın okumasına engel olmayalım’ diyerek İstanbul Haydarpaşa Lisesi’nde paralı yatılı okutacaktı: “Haydarpaşa o zamanlar Fenerbahçe futbol takımının alt yapısı gibiydi. Öğretmen Ömer Boncuk Fenerbahçe’de 13 yıl oynamış. Puşkaş Ergun ve Can Bartu vardı, çok beyefendiydiler. Hem milli basket hem de futbol takımındaydı. Üç sene okuduğu birinci sınıftan belgeyle ayrıldı, kısa süre sonra yıldız bir oyuncu oldu. BJK yönetiminden Levent Erdoğan da vardı. Bedri Atsız kitabını okurduk. Etüd hocamız Mahir İz’di.”

PROFESÖRLERİN TAHRİKİNE TANIK OLDUM

En iyi dersi tarihti ama lise sonrası puanları tıp ve hukuka tutuyordu. Kan görmek istemediğinden hukuku seçti. Sadece İdare Hukuku dersi için 4 bin sayfa kitap okumayınca pişman oldu. O yılları “Bu yaşımda hala bazen idare hukuku sınavına giriyorum rüyalarımda” diyecek kadar kabus dolu günler olarak hatırlayacaktı. 27 Mayıs sürecinde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde darbe sürecinin tanığı olacaktı: “27 Mayıs hengamesini üniversitede kenardan izledim. Hocalarımız arasında Sıddık Zamanlar, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Recai Galip Okan, İlhan Postacıoğlu, Ali Fuat Başgil vardı. Başgil için bir öğrencinin solcu veya sağcı olması önemsizdi. Bir bayram ziyaretine gittiğimde bir grup ona ‘Bu adam komünisttir ayrıca size düşmandır’ diyerek, daha sonra 82 Anayasası’nı yaanlar arasındak yer alan Orhan Aldıkaçtı’nın tezini reddetmesini istiyordu. Başgil’se tezi göstererek ‘Komünist veya liberal olması beni ilgilendirmez, onların tercihidir ve ben onu bunlardan da imtihan etmiyorum. Beni sevmesi veya sevmemesi de onun bileceği bir şeydir. Ama bana ‘Onu doçent yapmayın’ demeyin çünkü bu teziyle Türkiye Cumhuriyeti’nde  doçent olur. Hukuk hakların çoğuludur.  Bir profesör olan Velidedeoğlu’nun öğrencileri tahrik edip bin kadar öğrenciyi meydana çıkarmasına tanık oldum.”

TOPÇU’NUN BİR YAZISI HAYATINI DEĞİŞTİRDİ

Üniversite yıllarında ve sonrasında Necip Fazıl, Nurettin Topçu, Mahir İz gibi dönemin ünlü isimleriyle ayrı bir ilişkisi olmuş ve onun hayatının akışı da değişmişti: “Bu isimlerin etrafında farklı gruplar vardı ve birbirlerinden hoşlanmazlardı. Ama ben hepsiyle de görüşürdüm, aramız iyildi.. Necip Fazıl, Peyami Safa, Nihal Atsız’a ve Nurettin Topçu’ya farklı bir gözle bakarım. Bunlar devlet sofrasına oturmamış, doğru veya yanlış inandıkları uğruna mücadele etmiş isimler. Topçu bir gün bir yazı yazdı: ‘Biz devletçi bir milletiz ama devlet felsefesine dair bir tek kitabımız yok. Gençlerimiz bundan bi haber yetişiyor tarzında. Ben bunu kendime bir öğüt kabul ettim. Esas devlet felsefesini öğrenmek için Almanya’ya gittim. Yıllarca çalışarak Türk ve İslam Devlet Felsefesi üzerine iki kitap hazırladım. Türk milleti devletiyle var olur, devlet yoksa o da varlığını koruyamaz. Türklerin, dünyaya devlet kavramını öğreten millet olduğunu gördüm.”

AMELELİK PARASIYLA FELSEFE DOKTORASI

Hukuk Fakültesi’nin üçüncü sınıfından itibaren fark derslerini de vererek felsefe de okuyan Özdemir, Almanya Goethe Enstitüsü’nde Almanca öğrendikten sonra Marburg Üniversitesi’nde Prof. Dr. Ditrich Pirson’un yanında “Türk Devletlerinde Temel Hürriyetler”konulu doktorasını tamamladı. Bir yandan felsefe okuyordu ama bunu okumak için amelelik dahil her türlü işte çalışıyordu. 1988’de Türkiye’ye döndüğünde, kafasında Çanakkale vardı: Yazları amelelik, işçilik yapıyor, kışları okuyordum. Mesela bir yaz, tohum ıslah atölylesinde çuvalları taşıdım. Tuğla ve harç taşıdım. Akşam eve gelirken yarım tavuk ve ekmek alır, biraz dinleneyim derken uyuyakaldığımı görürdüm. O tavuk iyice soğumuştu ama onu lezzetle yiyorum, saat altıda yine işbaşı. Altı yaz boyunca, ideal uğruna bunları yaptım. Bir karnavalda yaşlıca bir Alman profesörü yanıma gelip ‘Bu Çanakkale’yi bir daha yapabilir misiniz?’ dedi. Bu soruya Almanya’da dört beş defa daha muhatap olunca Çanakkale’yi oradan merak ettim. Almanya’daki kütüphanede Çanakkale ile alakalı 700 yüz kitabı taradım. Türkiye’ye geldiğimde Beyazıt Kütüphanesi’nde 20 sayfalık iki kitap bulabildim: Çanakkale İntepe Topçuları. Çanakkale ile alakalı. Bunun üzerine ‘Çanakkale yazmak benim için bir borçtur’ diyerek Çanakkale’nin tarihi romanları yazmaya başladım. “

BİR ALMAN KIZLA İKİ DÜNYA ARASINDA

Almanya’da, Alman öğrenci Hildegard’ı sevmişti. Hatta aşkını, İki Dünya Arasında romanın da anlatacaktı. Ama ne Almanya hocalarıyla ne de bu Alman kızla tek bir fotoğrafı bile yoktu: “Otellerde yaşayan, evi olmayanların bir fotoğraf albümü olmaz. Başımızdan ufak bir aşk macerası geçti ama onun Katolik bir ailesi ve sorumlulukları vardı. Ben de Türkiye’de onu yokluklar içine sürüklemedim. Yıllar sonra bir kızıyla beraber Türkiye’ye geldi. Tabii şimdi altmış yaşını geçmişti ama çok hanımefendiydi. Üniversitede Fransızca coğrafya okuyordu. Belki anne ve babasını tersleyebilirdi ama hayat boyunca bu hadiseyi unutmayacağını biliyordum ben. O yüzden kendimin uzaklaşması lazım geldiğine kani oldum. Aşk, kendinden vazgeçmektir. Kendinden vazgeçmeyen bir insan bir başkasını sevemez.“

NECİP FAZIL İÇİN YAYINEVİ KURDU

Türkiye’de hukuk ve felsefe okumuş, Almanya’da Türk devlet yapısı üzerine doktora yapmış ve alaylı da olsa iyi bir tarih araştırmacısıydı. Türkiye’ye döndüğündeyse, yaşadığı iki olay onu roman ve gazete yazarı yapacaktı:

“Necip Fazıl hapishaneden çıkmıştı, hiç kimse kitabını basmıyordu. O zaman böyle İslami ve sağ kesimlerde

okuyucu yoktu. Üç beş arkadaş bir araya gelerek Ötüken Yayınevi’ni kurduk: Bunların kitaplarını basalım, dedik. Bir gün Vefa Lisesi ile İmam Hatiplilerin maçı vardı. Vefalılar sayı aldığında taraftarları alkışlıyor ama karşı taraf ‘rakibe saygısızlık olur’ diyerek kendi sayılarını alkışlamıyor hatta karşı tarafınkini alkışlıyordu. Buna karşılık Vefalılar, İmam Hatipliler sayı alınca yuhluyordu. Bu hikayeyi eli kalem tutan bir isme sipariş ettim. Ama ne roman ne de kaparo geri geldi. Oturup ben yazdım Var Olmak Kavgası diye ve çok ilgi gördü. Sonra Mehmet Şevket Eygi ve Ertuğrul Bey aracılığıyla

Zaman Gazetesi’nde yazmaya başladım. 25 yıldır yazarım ama üç dört defa gazeteye gitmişimdir.”

ÇANAKKALE’DE 640 ALMAN KURMAYI VARDI

TÜRKİYE ve Almanya'da tüm Çanakkale üzerine yazılmış kitap,  dergi ve gazete yazılarını tarayıp okuyan Mehmet Niyazi Özdemir, dünyanın sayılı Çanakkale uzmanlarından biri. Özdemir, Çanakkale'ye ilişkin şunları söylüyor:
 "Almanların Çanakkale'deki general ve mareşal sayısını versem  endişe edersiniz: 640 kurmay subay. Ama Almanların sahiplendiklerini hiç duymadım. Hamilton'un günlüğünde 'Ey tanrım. Bugün bin 800 şarapnel, on binlerce mermi yaktık. Aylardır bu şekilde sürüyor. Bu Türkleri cenabı Allahlarından ayırmak için başka ne yapabiliriz' diyor. Çanakkale’de bizimki sıradan bir kahramanlık değil.”
Kahramanlığı hatta bazen  varlığı bile tartışılan Seyid Onbaşı hakkında Alman subaylarının hatıralarının bulunduğunu kaydeden Özdemir, onun savaşın kaderini değiştiren isimlerden olduğunu söylüyor: “Görgü tanığı Alman subay anılarında anlatıyor. Düşman gemilerindeki hareketli 281 topa karşı bizim sabit 79 topumuz var. Tüm gemilerin top yağdırdığı Mecidiye Tabyası'ndaki Seyid Onbaşı 214 kiloluk top mermisini tek başına kaldırıp atıyor ve bir gemiyi direğinden vuruyor. Diğerleri panikleyip kaçarken bir gece önce döşenen mayınlara çarparak batıyorlar. 57. Alay'daki bin 600 askerin tamamı Kumandan Yarbay Hüseyin Avni Bey ile birlikte şehit olmuştur.

CEZAYİR NASIL BAĞIMSIZ OLDU?

TARİH araştırmacısı olarak Türkiye’yle ilgili az bilinen bilgilere de ulaşan Özdemir, Adnan Menderes'e ilişkin şunları anlatıyor: “Tek başına emperyalizme göğüs geremeyeceği için Pakistan, Irak ve İran ile kurduğu paktan güç aldı. Önce Irak, sonra Pakistan'da darbe oldu. İran zaten hep sorundur. Menderes yalnız kaldı ve darbe yaşandı. Menderes bağımsızlık savaşında Cezayir'e Antalya ve Libya üzerinden takalarla silah gönderdi. Bugün Cezayir diye bir memleket varsa Menderes ve Türkiye’ye borçludur. Eski Libya Başbakanı Bin Halim hatıratında bunları anlatır. Fransa ve Amerika, Cezayir ve Bağdat Paktı nedeniyle Menderes'e düşmandı. Menderes aslında asılacağını biliyordu. ‘İlahiyatları idamım pahasına kuracağım' dediğini biliyorum.”