25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Haraç mezat satılan hanedan eşyalarının korkunç akıbeti

Osmanlı Hanedanı üyelerinin 3 Mart 1924’te sürgüne gönderilmelerinin üzerinden 90 yıl geçti. Onlara 10 gün verilmişti, ülkelerini terk etmeleri için. Bu 10 gün içinde tüm mal varlıklarını satışa çıkardılar. Tüm saraylar sokak satıcıları ve tefecilerin hücumuna uğradı!

Murat Kutlu2 Mart 2014 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Haraç mezat satılan hanedan eşyalarının korkunç akıbeti

Osmanlı Hanedanı’nın genç mensupları sarayda iyi bir eğitime tabi tutulmalarının yanında umumi olarak belli bir sanat zevkine de sahiplerdi. Ellerindeki imkan ve edindikleri bu sanat zevkiyle oturdukları saray ve konakları birbirinden değerli nadide tablolar ve süs eşyalarıyla donatmışlardı. Bugün bazılarını ancak müzelerde görebileceğimiz bu kıymetli eşyalar, hanedan mensuplarının yurtdışına sürülmesiyle yok pahasına satılmış, çoğu da yabancı ellerde kaybolup gitmiştir.

Hanedanın 3 Mart 1924’te yurtdışına sürülmesi kararından sonra İstanbul, belki de tarihinde görülmemiş bir eşya satışına sahne oldu. Sürgün kararının ardından yurtlarını terk etmek zorunda kalan hanedan üyeleri, kendilerine tanınan 10 günlük süre içinde memleketlerinden uzakta yaşayabilmeleri için tüm mal varlıklarını satmak durumunda kaldı. Saray mensuplarının yaşamlarını sürdürdüğü Dolmabahçe’den Ortaköy’e kadar uzanan saray ve konaklar, bu tarihten sonra sokak satıcılarıyla önceden haber almış tefecilerin hücumuna uğradı! O dönemde İstanbul’daki simsarlar hanedanın sadece gayrı menkullerini değil değerli süs eşyaları, nadide tabloları, antika eşyaları, hatta dede yadigarlarını yok pahasına satın almıştı. Çok kısa bir sürede satılmaları gereken bu emsalsiz eşyalar, sanatla uzaktan yakından ilgisi olmayan kimselerin elinde heba olup gitmekteydi. 

AİLE FERTLERİ ÇOK KORKTU

Hanedan mensuplarının şahsi mal varlıklarını sürgünden sonra da satma imkanları olabilecekken bu kadar acele etmelerinin sebebi belki de Halife Abdülmecid’in yurtdışına sürgün ediliş şekliydi. Zira bu durum tüm aile fertlerinin korkmasına neden olmuştu. Kıymeti bilinmeyen biblolar, el işlemeleri, çeşm-i bülbüller, tablolar; konak ve saraylarla birlikte peşkeş çekilmiş, saraylı hanımlar ve beyler de bu yaşananları sessiz ve hüzünlü bir şekilde izlemişti. Onlar için bu acı tablo, mazinin, hatıraların ve tüm yaşanmışlıkların avuçlarının arasından kayıp gitmesiydi adeta. Neyse ki sürgün kararnamesinde şahıslara ait mücevherlerin götürülmesine izin verilmişti de hanedan mensupları en azından taşınması kolay olan bu değerlerini kurtarabilmişlerdi.

Sultan Reşad’ın Başmabeyincisi Lütfi Simavi Bey yaşanan bu satış konusunu Tanin gazetesindeki bir yazısında şöyle anlatıyor:

“Eğer satış işinin vekaletini bir müessese-i hayriye, mesela Hilâl-i Ahmer (Kızılay) deruhte etmiş olsaydı veya bu mevzu ile asıl alakadar olması icap eden Müzeler İdaresi mevzuu ele alsa idi hem böyle büyük bir talana mani olunmuş olur hem de müzelerimiz satılan eşya arasında bir daha elde edilmesine imkân olmayan çok kıymetli âsâr ile zenginleşir idi. Ben bir merak sevki ile bilcümle müzelerimizi ziyaret ettim. Üstad Halil Ethem Beyefendiden (Âsâr-ı Atîka Müze Müdürü) kalan eşyanın nelerden ibaret olduğunu sordum. Bana teessüf ile bir daha yerlerine konulması gayrimümkün olan nadir eşyanın şunun bunun elinde kaldığını, mühim bir kısmının ise hariçte olduğunu söyledi.”

Osmanlı Hanedanı’na ait çok değerli eşyaların haraç mezat satılıp birilerinin nemalandığı sürgün öncesi bu 10 gün, maalesef tarihimizde kara leke bir olarak kalmış ve altı asırlık bir aileye karşı işlenen bu yağma harekatı hiçbir dönemde doğru dürüst tetkik edilmemiştir.