27 Nisan 2024 Cumartesi / 19 Sevval 1445

Hüsrev ile anne yerine beybaba diye ağlardık

Acem bir dedenin torunu olarak kendini neden ‘Karma’ hissediyor? Çocuklukta niye insanların elbiselerindeki yamaları sayardı? Dostoyevski’nin hukuk okumasındaki etkisi neydi? İkizi Prof. Dr. Hüsrev Hatemi’yi tıp okumaya, eşi avukat Kezban Hatemi’yi evliliğe nasıl ikna etti? Kraliçe Süreyya’ya nasıl kopya verdi? Prof. Dr. Hüseyin Hatemi anlattı...

Zaman Tüneli /SELİM EFE ERDEM/[email protected]10 Şubat 2013 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Hüsrev ile anne yerine beybaba diye ağlardık

-Sizi daha iyi anlamak için konuşmaya ailenizden başlayacak olursak, Acem ellerinden İstanbul’a uzanan öykü kiminle nerede başlıyor?

Dedem Ali Asgar, ticaret yollarınğn kesilmesi üzerine I. Dünya Savaşı sırasında İran Azerbeycanı’ndan İstanbul’a göç etmiş. Babam ‘Soyumuz Hindistan’daki Lek’lerden’ derdi. 

-Soy ağacınıza baktığımda büyük dedelerinizin adının başındaki ‘Hacı’ ünvanlanrı dikkatimi çekti. Ailenizde bir dergaha bağlılık ya da manevi bir liderlik var mıydı?

Zengin olanlar, Hacı Mehmet Rıza ve oğlu Hacı Hüseyin hacca gitmiş. Ben de 2008’de Hacca gittim, ikinci Hacı Hüseyin oldum. Ailemizde derviş yok çünkü oranın halk dindarlığında Türkiye’de olduğu gibi tarikatlar pek yok. Bugün de İran’da dindar halk, din bilginlerine bağlıdır. İran’ın Azerbaycan bölgesi boş değil idi. Eskiden Medler hakimdi. Şimdi Kürt dediğimiz, bilhassa Kurmanciler de Medler’dendi. Azerbaycan’da da eski bir Aryan dili vardı, bazı köylerinde hala vardır.

-Kendinizi nasıl hissediyorsunuz, Farsi, Azeri, Türk, Kürt, İstanbullu?

Ben bir karmayım aslında. Irkımı bilmiyorum. Azerbaycan’a Bakü’ye gidin, Zerdüştlük vardır. Zerdüşt, Medler döneminde ortaya çıkan bir peygamber. M.Ö 500 yıllarında Türklerin Orta Asya’sına yakın bölgeden Afganistan’a Aryan akımı geldi. O akım Persler’di ve Babiller’e galip gelerek bölgeye hakim oldu.Kurmanciler Medler’in devamıyken Zazalar da Persler’in kalıntısıdır. Azeriler, Hıristiyanlığı kabul etmedikleri ve Kürtler’den lehçe olarak ayrıldıkları için uzun bir süre Tat dilini konuştu. Şems-i Tebriz’in de dili Tat’dı. 14’üncü yüzyıldan itibaren Tebriz, İlhanlılar’ın da Akkoyunlular’ın da merkeziydi. Böyle merkezlerde ticari kolaylık önemli olduğu için baskın dil neyse ona uyulur ve Tebriz’in dili böylece çabuk değişti. O yüzden atalarımda ırk karışmıştır. Kendimi özel bir İstanbullu olarak hissediyorum.

-Uzmanlık alanınız olmamasına rağmen pek çok tarihçiden daha derin bilgi aktardınız. Ancak Türkiye’deki resmi veya bilinen tarihin çok dışında şeyler söylüyorsunuz. Bu bilgileri nasıl edindiniz, kaynağınız nedir?

Merak ettim, öğrendim. İran dillerine ait kitaplar okuyorum. Şehname’de bahsedilen Türkler de bir Aryen topluluğuydu ama çok geniş bir bölgeye yayıldılar. Türklerin asılları İskit, Sakadı. Medler de Persler de İrani kavimdi. İran hükümdarı dindarlıktan saptığı için Araplara, Samilere mağlup oldu. Bunlar hep Şehnamede anlatılıyor. Türkler Moğollarla ilgisi olmayan bir gruptu. Şah İsmail de Türk diyoruz ama kökeni Kürt veya Azerbaycan’dır. Onun tarikatı de Kürt olarak tanınan bir kişinin, Vefaiye tarikatıdır. 

-Nasıl bir çocukluk geçirdiniz, anne ve babanızla ilişkileriniz nasıldı?

Çocukken babama daha yakındım. Annemiz sevgi göstermekten utanırdı. Belki ailesinde öyle yetişmişti. Babam bizi annesinin yanında sever kucağına alırdı. Biz iki kardeş evde ağlarken anne diye değil de ‘Beybaba’ diye ağlardık. 

-İkiz kardeş olmak nasıl bir duygu? Ters düştüğünüz ya da uğruna ölümü göze aldığınız an veya insanların sizi karıştırdıkları oldu mu?

İkiz olduğumuz için bizi karıştırırlardı, böyle çok fazla anım var. Hukuk Fakültesi’nde asistan olduğum sırada kardeşim de Tıp Fakültesi’nde asistan olmuştu. Kürsü hocası çocuklardan birine 36 vermiş, çocuk da annesiyle bu notu düzelttirmeye gelmiş. 15 gün odamın önünden ayrılmadılar. Ne zaman görseler ‘Bu çocuğun hali ne olacak böyle’ diye bana soruyorlardı ve dışarı çıkmaya korkar olmuştum. Yine birgün fakültede önümü kesince çok sinirlendim, ortada bir zenci dansı yaparak yapabileceğim bir şey olmadığını anlatmak zorunda kaldım. Anne ve oğlu üniversiteden çıkarlarken okulun Beyazıt’taki kapısı önünde ikizim Hüsrev ile karşılaşmış. Kadın gözlerinden ateş çıkararak kardeşime ‘Son defa soruyorum! Bu işi yapacak mısın yoksa seni gazetelere veririm’ demiş. Kardeşim ‘Biz ikiziz, beni kardeşimle karıştırıyorsunuz sanırım’ diyecek olmuş ama kadın ‘Allah cezanı versin. Şimdi de bunu mu uydurdun’ diye bağırmış.

-Kezban Hanım ile siz Türkiye’nin iki ünlü Medeni Hukuk uzmanı çiftisiniz. Tanışmak için ilk harekete kim geçti, nasıl evlilik teklif ettiniz?

Tanışma 1968 yılında oldu. İstanbul Üniversitesi’nde doktor asistandım ve o da birinci sınıf öğrencisiydi. Büyük amfideki sınıfta ön sırada her soruya parmak kaldırarak göze çarpıyordu. Giydiği paltosu nedeniyle adı ‘kırmızı paltolu kız’ kalmıştı. İlk günden itibaren ilgimi çekti ama evlenme teklifi son sınıfta oldu. Kardeşim (Hüsrev Hatemi) nişanlanmadan önceki dönemi üçe ayırır: İlki ‘tek taraflı gözetleme’ dönemi. İki taraflı gözetlemeye dönünce etraf sezmesin diye ürkek davranılan ‘tavşanlaşma’ dönemi. Son dönemdeyse ‘battı balık yan gider’ diye teklif gelir. Üçüncü sınıftan dördüncü sınıfa geçme yazında kısa bir tavşanlaşmadan sonra ‘battı balık yan gider’ aşaması başladı. Kütüphanenin tenha bir köşesinde, kitapların yanındaki masada ‘Sizinle Medeni Kanun’un 82’nci maddesine göre bir sözleşme yapabilir miyiz?’ diye sordum. Bilmezlikten geldi. Ben de ‘Nasıl bilmezsiniz?’ diye kızıp bir Medeni Kanun kitabı önüne koydum. Bu madde o zaman nişanlılığı düzenliyordu. ‘Siz bana layık değilsiniz’ dedi. Gülerek ‘Doğru’ dedim ama ‘Bir daha düşünün’ diye ekledim. Yanlış yaptığının farkına vararak ‘Onu demek istemedim. Ben size layık değilim’ diye düzeltti.

-Kezban Hanım sizi hiç ikizinizle karıştırdı mı?

Kezban’ın beni Hüsrev’le karıştırdığını hiç hatırlamıyorum ama oğlum altı yaşındayken bir bayram ziyaretinde yanıma gelip ‘Sen baba mısın, amca mısın?’ diye sordu. Bir de kardeşim Eskişehir’de askerlik yaparken izinli olarak eve gelmişti ve biz de onu ziyarete gittik. O bizden hemen önce çıkmış ve Eskişehir’e dönmüş. Kapıyı çaldık ve karşısında beni gören eşi ‘Hüsrev bir şeyi mi unuttun?’ diye karıştırdı. 

-İkizinizle birbirinizin yerine geçtiğiniz, okulda diğerinizin yerine sınava girdiğiniz oldu mu?

Bir dürüstlük özelliğimiz vardı. Böyle bir şey yapmak istemezdik. İmtihanlarda da kopya vermez, kopya çekmezdik.

-Hiç mi kopya çekmediniz ya da vermediniz?

Yine itiraf edeyim ki öğrenciyken ona benzediği için Kraliçe Süreyya denilen bir kız arkadaşımız vardı. O da sınavda gelip, çalışkan öğrenciyim diye arka sırama oturmuş. Bu Kraliçe Süreyya birden elini ağzına kapatarak bana eğilip soru sordu. Ben de söylemeye cesaret edemiyordum. Düşünür gibi yaptım ama sorusunu yanıtsız bırakmak da istemiyordum. Kağıdın üzerine cevabı yazıp göreceği şekilde yana koydum. Teşekkür etti. O kadar çok korkmuştum ki teşekkürüne karşılık kafam sallayarak bile cevap verememiştim.

ATEŞ HOCA ASİSTAN ALACAKTI

-Üniversitede kardeşiniz tıp, siz hukuk seçtiniz. Ne yaşandı da ikizlerin yolları ayrıldı?

Aslında kardeşim de lise sonda  hukuku seçmeyi düşündü. Ben Şişli Orta Okulu ikinci sınıfından beri hukuk istedim. Rus romanına meraklı bir Bulgar çocuk vardı ve kitapları okuduktan sonra bize verirdi. Dostoyevski’nin Suç ve Cezası kitabı bende hukuka ilgi yarattı. 

-Suç ve Ceza’da sizi etkileyen Raskolnikov’un suça ilişkin düşünceleri mi yoksa savcının onu amansız takibi mi oldu?

Raskolnikov. Savcının ölmeden önce gayretle Nikov’u mahkum ettirmek için uğraşması ve müdafa sonrası veremden ölmesi de etkiledi. Suç psikolojisine merak sardım.  Kardeşim ne istediğine henüz karar vermemişti. Edebiyata meraklı olsak da babamız istemiyordu. Şiir yazardım ve kardeşim de edebiyat matinelerinde okurdu. Lisede edebiyat hocamız, Toktamış Ateş’in annesi Fikret Hanım, babası da Prof. Dr. Ahmet Ateş’ti. Fikret Hanım ikimizi de Ahmet Ateş’in asistanı olmamız için etkiliyordu. Daha sonra edebiyat profesörü olan Muammer Özergin diye mahalleden bir ağabeyimiz vardı ve ‘Ahmet Ateş asistan alırım, der sonra almayabilir’ uyarısı yaptı. Kardeşim edebiyattan vazgeçip nereye gideceğini düşündüğü sırada hukuk okumak istedi. Ama ‘Aynı şahsiyetin iki şubesi olmamayı’ kararlaştırmıştık ve ayrı fakültelere gidecektik. İnsanlar bizi karıştırıyordu. Böyle vazgeçirdim, o da tıbbiyeyi seçti.