20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

İstanbul’a gelmenin hayalini kurardım

Ailesi Muğla kökenli olan Fransız aktris ve model Anna Mouglalis, Kıskançlık filmiyle İstanbul Film Festivali’ne konuk oldu. Mouglalis ile film projelerini, İstanbul hayallerini konuştuk.

Alin Taşçıyan20 Nisan 2014 Pazar 07:00 - Güncelleme:
İstanbul’a gelmenin hayalini kurardım

Sinema için zor zamanlar, bir projem iptal edildi ama önümüzdeki hafta Fransa’da yeni bir filmim vizyona girecek. Yoğun bir film.

Fransız sinemasının Yunan kökenli, ‘Muğlalı’ aktrisi Anna Mouglalis, yıllardır hayalini kurduğu İstanbul’a geldi nihayet. 33. İstanbul Film Festivali’nde başrolünü Louis Garrel ile paylaştığı, yönetmen Philippe Garrel’in ailesinde yaşanmış bir yasak aşk öyküsünü konu alan Kıskançlık’ın gösterimlerine katıldı. Claude Chabrol’un Sıcak Çikolata, Jean-Pierre Limosin’in Novo, Philippe Grandrieux’nün Yeni Hayat, Michele Placido’nun Romanzo Criminale, Roberta Torre’nin Karanlık Deniz, Jan Kounen’in Coco Chanel & Igor Stravinsky ve Joann Sfar’ın Gainsbourg’u misali bir dizi ilginç yapımda izlediğimiz ünlü aktris Chanel Modaevi’nin modelliğini de yapıyor. 

-Philippe Garrel ile çalışmak heyecanlı olsa gerek. Gerçi siz hep sıradışı diyebileceğimiz yönetmenlerle çalışıyorsunuz. Nasıl bir deneyimdi?

Güzel bir deneyimdi. Kendini bir ressam olarak tanımlıyor. “Yönetmen olmasam ressam olurdum” diyor. Çerçeveleri, görüntünün kalitesi inanılmaz. Aynı zamanda onun için çalışmak da çok güzel çünkü 60’lı yıllardaymış gibi film yapıyor. 35mm siyah beyaz çektik, gerçekten siyah beyaz, renkliden basılmadı. Ekibi de harikaydı, görüntü yönetmeni 60’lardan beri çalışıyor. Güzel bir tarafı da vardı, aslında ekonomik sorunlardan kaynaklanıyor. Eskiden beri küçük bütçelerle çalışıyor. Öyle bir yöntem geliştirmiş ki tiyatrodaymışız gibi prova yapıyoruz sonra tek çekim yapıyoruz. Bayıldım!

ASIL TEMA ÖZGÜRLÜK

-Çok kişisel bir film aynı zamanda, ailesinin öyküsünü anlatıyor. Size karakteri nasıl anlattı?

Bu filmi yapmasına esin veren kadını anlattı, ama onunla tanışmadım. Aslında kişisel kısmı ona ait, sette bundan söz etmedik. Oğlu da rol alıyor filmde. Aile meselesi var, ama asıl tema aşk, özgürlük ve bir sanatçının nasıl yaşadığıyla ilgili daha çok.

-Louis Garrel, babasının filmografisinin önemli bir parçası. Acaba sette fazlasıyla kişisel bir ortam var mıydı sizin filme dahil olmanızı etkileyen? Tuhaf mı öyle bir sette bulunmak?

Hayır, hayır. Neşeyle doluydu setimiz. Philippe, Louis’nin sözünü çok dinliyor, o da babasınınkini. Bir baba ve bir oğul olmanın yanı sıra birer sanatçı olarak da birbirlerini kucaklıyorlar. Onlarla birlikte çalışmanın kafa karışıklığı yaratan bir yanı yok. Tanışmak için çok hevesliydik zaten.

-Chanel’den sonra yine güçlü, tutkulu, acı çekmeyi göze alan bir kadını canlandırmak nasıldı? Beyazperdeye yansıtmak için çok güçlü duygular mı bunlar?

Bu karakterleri daha cazip buluyorum. Bana ilham veren, özlemini çektiğim roller bunlar.

-Özel bir metodunuz var mı?

Karakterine bağlı. Eğer karakter gerektiriyorsa korkularımı dizginlemek için entelektüel bir çalışmanın içine dalmaktan zevk alırım. Chanel için öyle çok kitap okudum ki! Chanel Modaevi ile ilişkim sayesinde kendi evinde bulundum, onun yatağında uyudum...

-Genellikle daha sanatsal filmler yapan entelektüel sinemacılarla çalışıyorsunuz, onlar mı sizi seçiyor, siz mi peşlerine düşüyorsunuz?

Ben onlara gidiyorum! Örneğin Garrel benim için entelektüel bir yönetmen değil. Onun nasıl film yaptığını görmeyenler öyle düşünüyor! Çünkü o bir zanaatkar gibi çalışıyor. Filmleri hep basit öyküler anlatır: Aşk öyküleri, acı çekme, çocuklar...

-Peki Philippe Grandrieux? Özellikle sevdiğim bir yönetmendir de...

Müthiş bir deneyimdi. Bir trans içinde çektik bütün filmi (Yeni Hayat). Onunla tanışma fırsatını yakaladığımda çok heyecanlıydım. Benden gidip birkaç kostüm denememi istedi, çünkü bir fahişe rolüydü. Bir okuma için ille de kostümleri giymem lazım mı, diye sordum. Beni sadece bir bardak su içerken çekti! Benim için çok öğreticiydi anladım ki iyi olmaya çalışmamak lazım, iyi ya da kötü oynama meselesi değil sadece ilginç olma ve içinde bulunduğun ana ait olma meselesi... Zordu ama müthiş bir film çekimiydi...

-Yeni projeleriniz neler?

Fransa’da gelecek hafta çıkacak bir filmim var, çok özel bir film. Üç haftada çektik, hasta olan ve canına kıymaya karar veren bir kadın hakkında çok yoğun bir film. Tunus’da geçiyor. (Un Voyage / Samuel Benchetrit). Ayrıca Ermeni yönetmen Levon Minassian ile bir film çekeceğiz. Sinema için zor zamanlar, bir projem iptal edildi. 

Üç kez plan yaptım, sonunda gerçek oldu

-Sizinle 2009’da Cannes’da söyleşi yaptığımda Türkçesi Muğlalı olan soyadınızı sormuştum, büyükbabanızın oralı olduğunu ama hiç gitmediğinizi söylemiştiniz. O arada hiç gitme fırsatınız oldu mu ya da İstanbul’a geldiniz mi? 

Hayır, ilk kez geliyorum Türkiye’ye. 

-Peki ilk izlenimleriniz neler? 

Hep hayalini kurardım İstanbul’a gelmenin. Üç kez plan yaptım, üçü de iptal oldu. Çok heyecanlıyım!

-Belirli hedefleriniz var mı görmek için?

Bütün turistik yerleri görmek istiyorum! Ayasofya’yı en başta! Kebap yemek istiyorum. 

-Paris Match için özel bir çekim yaptınız, fonda İstanbul’u görecek miyiz?

Çoğu iç mekan çekimiydi ama Boğaz manzarası muhteşem bir okulda da çekim yaptık!