26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

İstanbul'a kıyameti yaşatan deprem Kıyamet-i Sugra

Deprem uzmanları, İstanbul’u yakın gelecekte bir depremin beklediğini medya aracılığıyla bizlere söylüyor.

Bilinmeyen Tarih/Murat Kutlu/[email protected]9 Aralık 2012 Pazar 07:00 - Güncelleme:
İstanbul'a kıyameti yaşatan deprem Kıyamet-i Sugra

 İstanbul’un geçmişte periyodik aralıklarla şiddetli depremler yaşadığını hepimiz biliyoruz.  Ancak bazılarımız hala bir daha böyle bir felaketle karşı karşıya hiç gelmeyecekmişiz gibi umursamaz davranıyor.  Bu durum Osmanlı Devleti döneminde de yaşanmış, halk durumun vahametini ancak depremi yaşadıktan sonra anlayabilmişti. Fakat kısa bir süre sonra yaşanan acılar hafızalardan bir bir silinmiş, tedbir konusunda ne yazık ki çok ciddi adımlar atılamamıştı.

1489 yılında yaşanan deprem, İstanbul’un Osmanlılar zamanında uğradığı felaketlerin en eskisi olduğu söylenir. Kaynaklar bu olayla ilgili “Nice minareler ve binalar yıkılıp harap oldu” demekle yetinmiş, bunun dışında herhangi bir ayrıntı vermemiştir. İstanbul’da yaşanan sarsıntıların en şiddetlisi belki de en korkuncu 1509 tarihli depremdir. (10-14 Eylül tarihleri arasında bir gün olduğu ileri sürülüyor) Vak’anüvisler bu felaketi ‘Kıyamet-i Sugra’ (küçük kıyamet) olarak nitelendirmişlerdir.

ÖLÜ SAYISI BİNLERİ BULMUŞTU

1509 yılında meydana gelen bu büyük depremin artçıları tam 45 gün sürmüş, İstanbul adeta bir beşik gibi günlerce sallanmıştı. Şehirde büyük çapta bir can ve mal kaybı olmuş,  Eğrikapı’dan Yedikule’ye kadar uzanan surlar, Topkapı Sarayı’nın denize bakan duvarları ve kısmen Galata surları yıkılmıştı. Meşhur müverrihlerden Solakzade Hemdemî Mehmet Efendi, bu korkunç felaketten bahsederken “Sûr-ı Konstantıniyye’nin iki kat kavusu kara tarafından Eğrikapı’dan başlayıp Yedikule’ye gelince münhedim oldu. Ba’de dolaşub derya tarafından Narlıkapı’dan başlayıp İshak Paşa kapusuna varuncaya cabeca yıkılıp ancak temelleri kaldı” der.

Topkapı Sarayı da afette çok zarar gördü. Sultan II. Bayezıd’ın yatak odasının duvarları çatlamış, tavanı çökmüştü. Bu yüzden padişahın sarayın bahçesinde kurulan çadırda kaldığı ve günlerce içeriye adımını atmadığı söylenir. Deprem İstanbul’da öyle şiddetli hissedilmişti ki Ayasofya’nın sıvaları dökülmüş, At Meydanı’ndaki sütunların bir kısmı devrilmişti. Hatta bir rivayete göre Fatih Camiisi’nin ibadet mekanını örten kubbeleri bile tamamen yıkılmıştı. Daha da kötüsü su bentlerinin kısmen yıkılan bazı bölümleri, alçak semtleri sular altında bırakmıştı. İstanbul halkı uzun bir süre evlerine giremeyerek cadde, sokak, bahçe gibi ne kadar açık alan varsa günlerce buralarda sabahladı.

Dönemin tarihçilerinden Solakzade Hoca Sadeddin Efendi, bu depremde ölü sayısının beş bin, Hammer ise üç bin olduğunu ileri sürüyor. Felaketin ilk şoku atlatıldıktan sonra devlet bir an evvel imar işlerine başlayabilmek için her evden 20 akça vergi ve 20 evden de çalışmak üzere bir kişi almaya karar verdi. Ayrıca enkazın kaldırılması için Anadolu’dan 37 bin, Rumeli’den ise 29 bin kişi İstanbul’a getirildi. Bu deprem herkese bir ders vermiş olacak ki İstanbul’daki ev, konak ve saraylar artık bundan sonra hep ahşap olarak yapılmaya başlandı. Bu sayede 1648, 1690, 1719, 1752 ve 1754 yıllarında yine İstanbul’da meydana gelen depremler daha çok cami, mescit, medrese, han ve hamam gibi yapılarda hasara neden olmuş, ahşap evler çok fazla zarar görmemişti.

1894 DEPREMİ ŞEHRİ ÇADIR KENTE DÖNÜŞTÜRDÜ

İstanbul’da 1509 yılındaki küçük kıyamete benzer bir deprem de 23 Mayıs 1766’da kurban bayramına denk gelmişti. Vasıf tarihi, bu depremin sabahın erken saatlerinde meydana geldiğinden, deniz suyunun şehrin içine kadar girip evleri su bastığından ayrıca İstanbul’da pek çok caminin minarelerinin de yıkıldığından bahseder. Ölü sayısının fazla olduğu, enkaz altında kalanların da uzun süre kurtulmayı beklediği bu felaket, İstanbul’u bir harabeye döndürmüştü. Halk geceleri çadırlarda geçirmiş, Sultan III. Mustafa ise şehri terk etmişti. Cevdet Paşa’nın Tezakir’inden öğrendiğimize göre 1855’te bir küçük kıyamet de Bursa’da yaşanmış. Bu zelzelede Sultan Osman ve Sultan Orhan türbeleri tamamen, Sultan II. Murad ile Yıldırım Bayezıd Camiilerinin minareleri ile Ulu Camii’nin yedi kubbesi yıkılmıştı.

Sultan II. Abdülhamid’in saltanatı döneminde meydana gelen bir diğer deprem de, İstanbul’un son zamanlarda yaşadığı büyük felaketlerden biriydi. 10 Temmuz 1894 tarihli bu afete tarih kitaplarında  ‘Büyük Hareket-i Arz’ deniyordu. Rumi 1310 yılında vuku bulduğundan halk arasında ‘1310 zelzelesi’ adı verilmişti. Deprem özellikle Boğaz’daki balıkçıları vurmuş, neredeyse bütün gemiler dev dalgalar nedeniyle paramparça olurken Kapalıçarşı bir mahşer yerine dönmüştü. Bu afet Samatya, Kadırga, Yenikapı, Langa, Kumkapı ve Gedikpaşa’da yüzlerce evin yıkılmış, mahalleler adeta savaş alanına dönmüştü. Depremden sonra İstanbul bir çadır kent haline gelmiş, saray fırınları halka ekmek dağıtmaya başlamıştı. Şehremini Rıdvan Paşa’nın başkanlığında bir komisyon kurularak açıkta kalanlara para, yiyecek ve çadır yardımı yapılması kararlaştırıldı ama İstanbul’un yaralarını sarmak devleti hem maddi hem de manevi anlamda çok sıkıntıya soktu.

Kaynaklardan da anlayacağımız üzere İstanbul, belli aralıklarla deprem gibi bir tehlikeyle hep karşı karşıya kalmış bir şehir. Bizim için önemli olan geçmişte yaşanılan acı tecrübelerin toplumsal hafızamızdan silinmesine müsaade edilmemesidir. Bunun için başta mülki idareciler olmak üzere herkese büyük görevler düşüyor.