19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Zor okunan kitapların yazarıyım

Gazeteci-yazar-müzisyen Kürşat Başar, 11 yıl aradan sonra Yaz adlı bir romanla edebiyata geri döndü. Murat adlı bir çocuğun ekseninde Kıbrıs, yalnızlık, yazıyla ilişki, aşk ve pek çok karakteri barındıran kitap, zengin bir içeriğe sahip. Kürşat Başar ile yeni romanını konuştuk.

İnci Döndaş6 Temmuz 2014 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Zor okunan kitapların yazarıyım

-En son romanınızı 11 yıl önce yayımlamıştınız. Neden bu kadar uzun bir ara verdiniz?

Her cümleyi çok uğraşarak yazıyorum hem de kurguyla çok uğraşıyorum. Bir de müzik, köşe yazarlığı, film senaryosu, müzikal, biyografi derken çok iş yaptım.

-Okuyuculardan baskı gelmiyor muydu yazmanız yönünde?

Geliyordu, özellikle son iki yıldır beni her gören yeni romanı soruyordu. Müzikle uğraştığım için sahneye çıkıyorum ve gittiğim yerde pek çok kişiyle karşılaşıyorum. Oralarda da soran çoktu. Aslında daha önce ‘Okurun yazar üzerinde baskısı olabilir mi?’ diye hiç düşünmemiştim, söylerlerdi de inandırıcı gelmezdi. Fakat oldu, bir müddet sonra ‘Artık yazmam, bitirmem lazım’ diye baskı oluştu. Yine de bakarsanız çok etkili olmamış, 10 yıl geçmiş (gülüyor).

-Bu tür bir roman yazmayı özlediniz mi?

E tabii, sevdiğim bir tür. Bir de bu kitap, diğerlerine göre daha değişik. Benim yazıyla olan ilişkimi anlatıyor. Aslında biraz kişisel bir roman. Belki bu nedenle de biraz uzadı. Çünkü her cümlenin üzerinde daha çok durmam gerekti. Daha titizlendim. Hayat felsefesi yapmak, romanda tehlikeli bir şey. Genel geçer klişe laflara dönüşebilir o cümleler. Dolayısıyla çok iyi ayarlamak gerekiyor. Bu romanı yazmak üç yıl sürdü.

-Romandaki Murat karakterinin ne kadarı Kürşat Başar?

Yazıyla ilişkili olarak anlattığı şeyler benim düşüncelerim. Ben onun kadar yalnız, bütün gün kütüphanede oturan bir çocuk değildim. Aksine sokakta oynayarak büyüdüm. Zaten abim vardı, bir de kalabalık bir aileydik.

-Kitabın adı neden Yaz?

Hem yazıyla ilgili, hem alın yazısı, kaderden bahsediyor, hem kızı görünce ona ‘yaz’ diyor, hem de yaz mevsiminde geçiyor. Her şeyi tek bir sözcük anlatıyor.

KIBRIS, BAŞKA BİR ROMAN OLACAK     

-Peki romandaki Murat’ınki gibi bir amcanız var mıydı?

Çok okuyan bilgili bir amcam vardı. Geçenlerde onu maalesef kanserden kaybettik. Amcam, bu kitaptaki Murat’ın amcası gibi değildi. Dayı tiplemesi de dayıma benziyor ama yine de o da değişik.

-Romandaki öykü neden Kıbrıs’ta geçiyor?

1974-1976 yılları arasında Kıbrıs’ta kaldım. Yıllar sonra bir film çalışması için yeniden gittim. 60’lı yıllarda Kıbrıs Türkleri’nin yaşadıklarını bizzat yaşayanların ağzından dinledim. O proje film olmadı, başka bir roman olacak o herhalde. Ama bir şekilde bu romanın içine de geldi. Niye olduğunu ben de bilmiyorum. Çünkü baştan bir şey kurgulayayım, sonra içini yazayım gibi bir sistemim yok. Notlar alarak çalışıyorum, sonra o notlar birleşiyor, roman biraz kendi kendini bir yere götürüyor.

-Siz sadece aşk romanı yazarı mısınız? Neden bu kadar aşk yazıyorsunuz?

 Bu konuda da Türkiye’de kavram karışıklığı var. ‘Romance’ diye bir tür vardır aslında, beyaz dizi gibi. Daha çok kadınlara hitap eden, çok çabuk okunan aşk hikayeleri. Barbara Cartland tipi... Bu tür, Türkiye’de pek yoktur, yıllar önce Kerime Nadir’e deniyordu ama o bile değildir. Pembe dizi genelde mutluluk verir ama bizimkiler acıklıdır. Aşk romanı denince onu da anlamak zor? Anna Karenina aşk romanı mıdır? Evet ama aynı zamanda o dönemdeki toprak reformunu anlatır. Leydi Chatterley’nin Aşığı aşkı anlatır ama önemli sınıfsal meseleleri de tartışır. Benim yazdıklarım kolay okunan romance değil aksine zor okunan kitaplar. İçinde mutlaka bir aşk hikayesi de oluyor. Ben aşk romanı yazdığımı düşünmüyorum.

-Peki böyle lanse edilmek yaptığınız işi ‘basitleştiriyor’ mu?

Umrumda değil, ilgilenmedim bu konuyla. İnsanlar, bir şekilde hakkınızda bir fikre sahip. Onu siz değiştiremezsiniz, ‘Aman beri şöyle algılasınlar’, ‘Böyle algılasınlar’ dersem hayatım kalmaz. Evet onu yapan arkadaşlarımız var ama belki bu hayat tarzı onlara uygun geldiği için öyle  yaptılar.

Ankara'nın bağları ile dans edemem

-30 yaşında bile değildiniz, kitaplarınız çok satanlar listesindeydi. Bu kadar ‘popüler’ roman yoktu o zamanlar. Gençtiniz, yakışıklıydınız. Şöhret ve edebiyat açısından çizginizi koruyabilmek için neler yaptınız?

Televizyonda da program yaptığım ve o dönem birkaç kanal olduğu için sokağa çıktığımda hemen herkes beni tanıyordu. Açıkçası bununla çok ilgilenmedim çünkü yaşayış tarzıma uygun değil. Ben ondan mutlu olamıyorum. ‘İnsanlar beni sokakta tanıyor’ diye sevinen bir tip değilim! Daha kapalı yaşarım. Şöhretli olmak ne işime yarayacak?

-Daha çok para kazanmanıza yarayabilirdi belki.

Evet ama onun da bir bedeli var, bazı şeylerden taviz vermeniz gerekiyor. Para kazanmak için televizyonda bütün kitleye hitap eden bir şey yapmanız lazım. Ben hayatım boyunca kendi istediklerimi yapan bir tipim. Kimseyi dinlemem. Bana ‘Cumartesi gecesi şov yap, Ankara’nın Bağları ile dans et’ dedikleri zaman yapmam. Yöneticilik de yaptığım için bir sürü program yaptırdık, ne reyting alır ne almaz iyi biliyoruz. Benim tipimdeki adam reyting filan almaz. Acun Ilıcalı ya da Cem Yılmaz olacak durumum yok.

-Edebiyat açısından neler değişti?

Yazdığım şeyde hep bir bütünlük sağlamak istedim. Bu, muazzam bir roman ya da edebiyat olmayabilir. Ama öyle olmasa bile bana ait bir şey olsun istedim. Edebiyat, hayatımda çok özel tuttuğum bir alan.