26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

Türkiye’nin AB perspektifi ve medya

4 Şubat 2013 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Türkiye’nin AB perspektifi ve medya

Dünyanın çok ciddi değişim süreçlerinden geçtiği ve küresel krizin etkilerinin halen devam ettiği bir dönemde medyanın da artık küresel düzenin belirleyici unsurları arasına girdiğini görüyoruz. Esasen, televizyonun icadı dünya tarihinde yeni bir sayfa açacak kadar önemli bir etki uyandırmıştı.

Bilindiği gibi, televizyonun icadından sonra insanlığın huzuruna çıkan ilk televizyon görüntülerinden biri Kedi Felix’e aitti.

Ne anlamlı bir tevafuktur ki bundan yaklaşık 100 yıl sonra da 2012’de 39 km yükseklikten, yani uzaydan atlayış gerçekleştiren kişinin ismi Felix olacaktı.

Bu tevafuk aslında dünyanın geçirdiği dönüşümü de tek başına anlatmaya yetecek kadar önemli bir mesajı bizlere veriyor.

Bu dönüşüm içerisinde medya sektöründe de yeni bir bakış açısının yakalanması, yeni bir perspektifin insanlığa sunulması ihtiyacı aşikârdır.

Türkiye, medya dünyasındaki trendleri takip etme, hatta bu trendleri yönlendirme anlamında çok ciddi mesafeler kat etti.

Türk medyasının kat ettiği bu mesafenin en büyük sebebi hiç şüphesiz son 10 yılda Hükümetimizin demokrasi ve özgürlüklerden taviz vermeyen, bilimde ve teknolojide Türkiye’ye yeni bir ufuk ve vizyon çizen kararlılığıdır.

Türkiye artık tek kanallı, siyah beyaz televizyon mantığıyla yönetilen bir ülke olmaktan çıkmıştır. Avrupa Birliği sürecinde gerçekleştirdiğimiz kararlı reformlarla daha renkli, çok sesli, güçlü, çeşitli ve özgür bir medya atmosferine kavuşmuştur.

Burada medya ve demokrasi ilişkisi üzerinde özellikle durmak gerektiğini düşünüyorum.

Son dönemde basın özgürlüğü konusunda sapla samanın karıştırıldığı bir süreçten geçiyor olsak da Türkiye, Hükümetimiz dönemde özgürlükler konusunda taviz vermeksizin en cesur adımların atıldığı dönemi yaşamıştır.

Türkiye AB ile entegrasyon sürecine başladığında, yani 1959 yılında ülkemizde televizyon bile yoktu. Ama bugün hamdolsun bu sürecin katkısıyla Türkiye’de bütün şehirlerimizde dijital yayına erişimin olduğu, televizyon ve televizyon kanallarıyla birlikte ülkemizin demokratik atmosferinin de renklendiği bir döneme eriştik.

Şu anda Türkiye’de faal olarak yaklaşık 2 bin 700?ün üzerinde gazete, 3 binden fazla dergi, 250 civarı televizyon ve binden fazla radyo bulunuyor.

Sadece devlet televizyonumuz TRT 14 farklı kanalla 35 farklı dilde hizmet verebiliyor. Bu kanallardan biri 24 saat Kürtçe yayın yapıyor.

Kumandanın sahibi millettir

Medya ile demokrasi arasındaki ilişki hiçbir zaman net çizgilerle, belirgin hatlarla ayrılamamıştır, bu konu hep tartışılmıştır.

İskoç felsefeci, tarihçi ve ekonomist James Mill, demokrasilerde basının üstlendiği `Bekçi Köpeği` işlevini kavramsallaştırırken, İngiliz devlet adamı Edmund Burke`ün bir gün parlamentoda beraber oturduğu gazetecileri göstererek, “İşte orada dördüncü kuvvet oturuyor, hepsinin en önemlisi” demesiyle de “dördüncü kuvvet” kavramı literatüre girmiş oldu.

1991 yılında hayatını kaybeden Mirror Grubu’nun sahibi Robert Maxwell’in zamanında “Bu işe 90 milyon pound yatırdım ve bunu hayır duası almak için yapmadım.” sözü manidardır.

Türkiye’de de medyanın bu tartışmalardan bağımsız olarak değerlendirilmesi elbette düşünülemez.

Medya uzaktan kumanda eden veya kumanda edilen bir araç haline getirildiğinde bunun bedelini Türkiye ve Türk halkı ödemiştir.

O yüzden uzaktan kumandanın asıl sahibinin millet olduğu gerçeğini ilke edinmek isabetli bir yol olacaktır.

Darbeler ve medya

Türkiye’de darbe dönemleri medya ve demokrasi ilişkisi açısından ciddi bir örneklemdir. Darbelerin en güçlü enstrümanlarından biri olarak her zaman medya başat rol oynamıştır.

Öte yandan, darbe enstrümanı olarak kullanılan medya, ne garip bir çelişkidir ki o darbelerin aynı zamanda mağduru da edilmiştir.

Örneğin 1980 darbesi...

Darbenin gerçekleşmesi  için medya aracılığıyla nasıl  ortam hazırlandığı herkesin malumudur. Ama darbenin medyaya maliyeti konusundaki rakamlar da dikkat çekicidir.

1980 darbesi nedeniyle 400 gazeteci için toplam 4000 yıl hapis cezası istendi. Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. Gazetecilerden istenen toplam tazminat miktarı 12 milyar 848 milyon Liraydı. 31 gazeteci cezaevine girdi, 300 gazeteci saldırıya uğradı, 3 gazeteci silahla öldürüldü; gazeteler 300 gün yayın yapamadı. 13 büyük gazete için 303 dava açıldı, 39 ton gazete ve dergi imha edildi.

AB süreci ve medya

Bugün çok şükür o günleri geride bıraktık.

Türkiye’de artık darbe dönemleri kapanmıştır. Bugün attığımız adımlar gelecekte de darbe kavramının bu ülkede tedavülden kalkmasını sağlamıştır. Bunda tabii ki Avrupa Birliği sürecinin çok büyük bir katkısı vardır.

AB sürecinde gerçekleştirdiğimiz reformlarla bugün gazete sayfaları daha renkli hale gelmiştir.

Öte yandan, kamuoylarını bilgilendirici niteliği medyayı  Avrupa Birliği sürecimizin de  en önemli parçalarından biri haline getirmiştir.

Bu sebeple, medyamızın ve kamuoyumuzun daha doğru bilgilendirilmesi için uluslararası olsun, ulusal olsun, bölgesel ve yerel olsun her seviyeden medya temsilcilerimizle bu süreçte fikir ve bilgi alışverişinde bulunuyoruz.

Kamuoyunun desteğini almadan, kamuoyunu doğru bilgilendirmeden AB sürecini sağlıklı ve olması gerektiği zeminde yürütebilmek, bu süreci başarıyla yönetebilmek mümkün değil.

Daha önce ne yazık ki geçmiş yönetimlerin AB konusunda Türk milletine ve Türk medyasına hayal sattıklarını, bu süreci bir umut pazarlığı haline getirdiklerini biliyoruz.

 “En geç 98’de Avrupa Birliği’ne tam üyeyiz” manşetini milletimiz hiç unutmadı. Birçok gazete o dönemde Türkiye’nin Topluluğa başvurusunu dahi, tam üye olmuşçasına manşetlerine taşıdılar.

AK Parti iktidarı göreve geldiğinde bütün bu umut simsarlıklarına son vererek Avrupa Birliği sürecinde net ve kararlı bir duruş sergiledi ve 2 yıl gibi bir süre zarfında AB’den müzakere tarihi aldı, 3 Ekim 2005’te de Türkiye müzakerelere başladı.

 Bu sayede yılların “yenildik ama ezilmedik” psikolojisi   “Direndik kazandık” manşetlerine dönüştü.

Reformlarla gelen bu başarılar Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne yük olacak değil, onun üzerinden yük alacak bir noktaya taşıdı.  Bu noktadan geri dönüş asla   sözkonusu değildir.

Türkiye’nin üyeliği Avrupa Birliği’nin düşen reytingini yeniden yükseltecek en önemli fırsattır.