25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu: İlahiyatlar bunun farkında değil

Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu, “İslam Dünyasının hem teorik hem de pratik olarak ne Kur’an, ne de Sünnet ile amaç, hedef, ilke ve metot olarak bir örtüşme içinde olduğu söylenebilir. Temel problem Müslümanların ‘yeniden’ Müslümanlaştırılması meselesidir” dedi.

TUĞBA CEYHAN ANKARA25 Temmuz 2014 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu: İlahiyatlar bunun farkında değil

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu ile, Ramazan ve İslam dünyasına dair sohbet ettik. Kırbaşoğlu’nun açıklamaları şöyle:

“İslam Dünyasında ama özellikle ülkemizde son 20-30 yıl içerisinde, yoğun olarak da son 10 yıl içerisinde nicelik değil ama nitelik olarak Müslümanlıkta bir erozyon, dejenerasyon, gevşeme ve savrulma yaşandığı artık bizzat İslami kesimler tarafından da kabul ve itiraf edilmektedir. Bir başka ifadeyle giderek içi boşaltılmış bir Müslümanlık olgusundan daha sık söz edilir hale gelmiştir. Benim de katıldığım bu tespitin bir uzantısı olarak Ramazanların da bu olumsuz gelişmelerden nasibini aldığını söylemek mümkündür. Hatta son birkaç yıl Ramazanların tam anlamıyla bir panayır ve festival havasında geçtiğini yüksek sesle dile getirenlerin sayısında bir artış olduğunu gözlemlemek de zor değildir. Çok kesin konuşamamakla birlikte bilhassa bu yıl çevremde oruç tutanların sayısında ciddi bir düşüş gözlemlediğimi de söyleyebilirim. Kısacası Ramazan’ı olması gerektiği gibi ihya edip etmediğimiz hususu, ciddi bir şekilde sorgulanması gereken bir mesele halini almış görünmektedir. Yukarıda işaret edilen olumsuz gelişmelerin ışığında, “acaba ramazana zulmediyor muyuz?” sorusunu insan kendisine sormadan edememektedir.”

Kalite kaybı yaşıyoruz

“Tekrar ifade edelim ki son onlu yıllarda genel olarak Müslümanlık, özel olarak da ramazan ve oruç bir kalite kaybı tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bunun en basit ve açık delili, aslında zühd, yani az yeme az içme, uhreviyata daha fazla ağırlık verme, salih amelleri arttırma, manevi arınma yolunda nefis muhasebesi yapma ve sonuçta bir iç değişim geçirme çabası ve cehdi olan ramazan ayı, son yıllarda lüks otellerde ve mekânlarda yapılan gösterişli iftarlarla ve bütün gün yayımlanan yemek tarifi programlarıyla anılır ve gündeme gelir oldu. Buna bağlı olarak maalesef Zühd ayı olan ramazan tıka basa yeme, hazımsızlık ve tüketim ayı haline geldi.  Maalesef birkaç ilim adamı dışında İlahiyat fakülteleri bu kaygı verici gelişmelerin farkında bile değildir. Bu sebeple pek çok İlahiyatçı ekranlarda ve salon toplantılarında klişeleşmiş bildik Ramazan konuşmalarını yapmaya, bu amaçla her birisi ekranlarda kendisine bir yer kapmaya çabalamaktadır. Hatta bunlardan bazılarının işi bir şöhret ve para avcılığına dönüştürerek, aldığı astronomik paralarla gündeme gelmesi bana göre bizlerin yüzlerini kızartacak bir durumdur.

İslam’ın özüne dönülmeli

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve genel olarak Diyanet camiasının durumu da farklı değildir. Buna mukabil ramazanın ruhuna ve vazediliş hikmetine uygun bir biçimde ihya edilmesi yönündeki taleplerin ve ramazanların bir festival ve panayıra dönüştürülmesine yönelik eleştirilerin İlahiyat ve Diyanet camiasından gelmesi beklenirken, tam tersine bazı sivil halk kesimlerinden gelmesi de oldukça manidardır. Öncelikle şunu açık yüreklilikle itiraf etmek gerekir: Şu anda İslam Dünyasının hem teorik hem de pratik olarak ne İslam’ın kurucu metni (Kur’an) , ne de kurucu tecrübesi (Sünnet) ile amaç, hedef, ilke ve metot olarak bir örtüşme içinde olduğu söylenemez. Bu sebeple temel problem Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’in İslami Deklarasyon adlı eserinde vurguladığı gibi “Müslüman halkların (yeniden) Müslümanlaştırılması” meselesidir. Bunu gerçekleştirebilmek için ise bir yandan dış dünyayı analiz edebilecek bir donanımı sağlamak için beşeri-sosyal-felsefi disiplinler alanında bir hamle ve seferberlik gerçekleştirmek, öte yandan ise İslami Geleneksel Mirasın aksayan ve miadını dolduran yanlarını gözden geçirip, “içtihad-tecdid” sürecini merkeze alan bir “Yenilikçi İslam” anlayışına zemin hazırlamak gerekir. 

İLAHİYATLAR FARKINDA DEĞİL

Maalesef birkaç ilim adamı dışında İlahiyat fakülteleri son yıllarda artan yozlaşma ve kalite kaybının, bu kaygı verici gelişmelerin farkında bile değildir.