9 Mayıs 2024 Perşembe / 2 Zilkade 1445

Kösebalaban: Krizle birlikte Suriye politikamız geleneksel çizgisine döndü

Kösebalaban: Suriye politikamız ahlaken ve reel politik olarak doğru. Suriye kriziyle birlikte dış politika da geleneksel çizgisine oturdu. Moskova ve Tahran’a yakın bir Şam Türkiye’yi hep rahatsız etmiştir.

Fadime Özkan/[email protected]24 Eylül 2012 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Kösebalaban: Krizle birlikte Suriye politikamız geleneksel çizgisine döndü
Esed rejiminin Suriye halkının demokrasi taleplerine çok şiddetli cevap vermesiyle başlayan süreç çok kanamalı bir savaş olarak sürüyor. 35 binden fazla insanın öldüğü, yüz binlerce insanın başka ülkelere sığınmak, milyonlarca insanın evinden ayrılmak zorunda kaldığı bir iç savaştan bahsediyoruz. Esed ordusunun saldırıları karşısında sonradan ve mecburen organize olup silahlanan sivil muhalifler Özgür Suriye Ordusu adı altında bir savaş yürütüyor. Ama Suriye’de tünelin ucundaki ışık hala çok zayıf. Durumun vahametine rağmen uluslar arası mekanizmalar soğukkanlılığını koruyor. Peki neden böyle oldu, oluyor? Suriye’de süren savaş sadece Esed ve muhalifler arasında olmadığına göre arka planda hangi ülke aslında neyin savaşını veriyor? Bu kanlı denklemde Rusya, Çin, İran, ABD, İsrail, Mısır nerede duruyor, ne yapıyor? Türkiye’nin Suriye politikası doğru mu? Artan PKK şiddeti ve Suriyeli misafirlerin yükü nedeniyle, Türkiye Suriye politikasını daha ne kadar sürdürebilir, sürdürmeli midir? İstanbul Şehir Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Hasan Kösebalabanile konuştuk.Uluslararasıilişkiler uzmanı olan Dr. Balaban’ın çalışma alanlarından biri de Ortadoğu.

Suriye mevzuunda tartışmalar orada ne olduğunun bile gözden kaçırıldığı bir safhaya ulaştı. Bir başlangıç noktası olarak; Suriye’de ne olduğunu bir akademisyen tarafsızlığıyla ve kısaca siz söyler misiniz?

Suriye’de yaşanan aslında aynı şartlara sahip herhangi bir ülkede de beklenebilecek gelişmeler. Ülkeyi 196o’lardan bu yana Baas Partisi, 1970’lerden bu yana ise Esed ailesi yönetiyor. Bir azınlığın desteğine bağlı olarak hayatta kalan bir diktatörlük. Esed ailesi 1982’de 30 bin insanın katledildiği Hama gibi ciddi katliamlarla ayakta kalabilmeyi başarabildi. Halkın değişim taleplerine şiddetle karşılık verildi. Şimdi ise Suriyeliler Mısır ve Tunus devrimlerinden de cesaret alarak bu duruma bir son vermenin zamanı geldiğini düşünüyorlar.

ESED BUNCA ZAMAN DEVRİLMEDİ ÇÜNKÜ…

Esed’in bunca zaman “devrilmemesinin” nedeni nedir peki?

Suriye, Türkiye gibi tarihinde bir çok askeri darbe görmüş bir ülke. Ancak 1970 yılındaki son darbeden sonra iktidara gelen Hafız Esed geçmişten ders alarak ordunun üst tabakasını tamamen sadakatlerinden emin olduğu Nusayri generallere vermiş durumda. Mısır’daki gibi ordunun diktatörden desteğini çekerek onu açıkta bırakması Suriye’de güçlü bir ihtimal değil. Bu durum rejimin varlığını sürdürmesine izin veriyor. Diğer tarafta bölgesel ve uluslararası faktörler var. Suriye kendilerini Soğuk Savaş mantalitesinden kurtaramamış dış güçlerin desteğiyle ayakta duruyor.

RUSYA DENİZ ÜSSÜNÜ KAYBETMEK İSTEMİYOR

Suriye’nin arkasında Rusya ve Çin duruyor, İran da öyle, gibi görünüyor. Sırayla gidersek Rusya Esed’i neden destekliyor?

Bu sorunun cevabını vermeden önce biraz tarihi geçmişe bakmak gerekiyor. Mısır, Suriye ve Irak gibi milliyetçi subayların darbeyle iktidara geldiği rejimler İsrail lobisinin etkisiyle Amerika tarafından dışlanınca kendilerini Sovyetler Birliği’ne yakın bulmuşlar ve Moskova da bu fırsatı kullanarak bölgeye girmişti. İşin ilginç kısmı İsrail lobisinin baskısı olmasaydı bu ülkeler Amerikan ekseninde kalacaklardı. 1950’li yıllarda Menderes’in bu ülkeleri Batı ittifakında tutmak için ortaya koyduğu yoğun çabaları da yine aynı lobi tarafından engellendi. Ancak 1967 Arap-İsrail savaşından sonra Mısır şunu gördü: “Sovyet desteği bize İsrail karşısında üstün gelmek için yeterli değil” ve hızla yönünü Amerika’ya döndü. İran Devrimi’nden sonra Saddam Hüseyin de ABD güdümüne girince Rusya’nın bölgedeki müttefiki olarak ortada sadece Suriye kaldı. Şimdi Rusya bu yegane müttefikini ve deniz üssünü kaybetmemek için herşeyi göze almış durumda.

POST-EMPERYAL SENDROM DEVAM EDİYOR

Ve fakat Soğuk Savaş döneminden farklı olarak o eski iki blok artık birbiriyle ilişkisiz değil. Sınırlar şeffaf, sermaye ve bilgi yer değiştiriyor. Rusya’nın da menfaati soğuk savaş döneminden kalma bir eski diktatöre destek çıkmakta mı hala? Esed’in kendi halkını bombaladığı ortadayken - Esed’e süpersonik füze gönderdi mesela- Rusya, Suriye halkını karşısına nasıl alıyor? Rusya bunu niye yapıyor? Esed eliyle “sıcak denizlere” inme emeli midir ya da bölgede üs sahipliğini devam ettirmek midir mesela?

Rusya uzmanı değilim ama Rusya’nın bu olaydaki tavrına baktığımda gözlemlediğim şu oldu: Ruslar Amerikalıların aksine yeni dönemin şartlarına kendilerini adapte etme konusunda daha katılar. Aslında Rusya’nın küresel ekonomiye entegre oluşunu da çok abartmamak gerektiğini düşünüyorum. Rusya ekonomik zenginliğini sivil sanayi üretiminden değil doğal kaynaklardan ve silah üretiminden alıyor. Rusya post-emperyal sendrom dediğimiz bir psikozla imparatorluğu elinden gitmesine rağmen kendisini bir imparatorluğa sahipmiş gibi görüyor. Oysa bu gücünü büyük ölçüde kaybetti. Soğuk savaş döneminde dünyanın en önemli ikili ilişkisi ABD-SSCB ilişkileriyken bugün yerini Çin-Amerikan ilişkileri aldı. Şu da var ki 11 Eylül olaylarına verdiği Soğuk Savaş tepkileri nedeniyle Amerikan imparatorluğunun kan kaybetmesi Rusya’nın işine geldi. Putin’in güçlü liderliğinde Rusya eski imparatorluk kazanımlarını yeniden toparlamaya başladı. Ancak Rusya Suriye krizinde Amerika’nın 11 Eylül sonrasında yaptığı yanlışlığı yapıyor. O da Soğuk Savaş’ın bittiğini görmemek ve yeni döneme adapte olamamak.

ESED REJİMİ AKILLI TELEFONLARDAN KORKUYOR

Yeni dönemden kastınız küreselleşme mi?

Evet, Küreselleşme Dönemi. 11 Eylül ulus-devlet sınırlarının zayıfladığı, insan hareketlerinin arttığı ve bilginin sınır tanımadığı bir yeni dönemin başladığını gösteriyordu. Artık devletler baskı altına aldıkları sivil bireyleri uzun süre cenderelerinde tutamıyorlar ve bu bireyler öfkelerini küresel bir zeminde ifade ediyorlar. Küreselleşme bireyleri devlete karşı güçlendiren önemli imkanlar sağladı. Mesela bugün Suriye’de devletin en çok korktuğu şey akıllı cep telefonları. İstiyor ki ulaşımı, iletişimi, haberleşmeyi kendi tekelinde tutmaya devam etsin. Ancak bu mümkün değil. Bu yeni dönemde artık bölgeyi dışarıdan kukla yönetimlerle ilişkileri devam ettirerek etkilemek mümkün değil. Bence Amerika’da realistler bunu anladılar. Amerika istemiş olsaydı ya da İsrail lobisinin etkisinden çıkamamış olsaydı Mısır’da halk isyanına karşı Mübarek yönetimini desteklerdi. Tabii bu uzun dönemde imkansız bir şey. Bunu yapmak yerine süreci biz yönetebilir miyiz düşüncesiyle devrime destek verdi. Rusya aynı şeyi yapamıyor ve sizin de söylediğiniz gibi Suriyelilerin tepkisini çekiyor. Açıkçası Esed sonrası bir sistemde Rusya’nın işi çok zor.

ÇİN’İN VETOSU BİR İLK İŞARET

Esed yönetimine müdahale için BM’de bir yaptırım kararı çıkmasını engelleyen diğer ülke Çin. Çin’in Esed ile nasıl bir alışverişi var, o denklemdeki fonksiyonu nedir Çin’in?

Evet. Rejim Rusya ve İran tarafından ciddi anlamda destekleniyor. Çin ise uluslararası diplomasi sahasına giriş yapmak için bu krizi bir fırsat olarak gördü. Bence son yılların en önemli olayı ve bundan 20 yıl sonrasının uluslararası sisteminin ipuçlarını verecek gelişmesi Çin’in BM Güvenlik Konseyi’nde Suriye için veto hakkını kullanmasıydı. Halbuki Çin grand stratejisi asla küresel bir boyutta güç gösterisine izin vermez. Zira bu krizden önceki dönemde de Çin sadece Tayvan sorunuyla alakalı meselelerde veto hakkını kullanmıştı. Diğer tarafta Çin’in Asya’daki rakibi, Amerika’nın ise siyasi-askeri müttefiki olan Japonya ise muhalifleri destekliyor. Yani Suriye krizinde Çin’in tavrını Çin-Amerika rekabeti açısından yorumlayabiliriz.

ABD IRAK’I İRAN’A ALTIN TEPSİDE HEDİYE ETTİ

Ya İran? Esed ve 40 yıllık Esed rejimi için bu durum bir ölüm-kalım, beka sorunu ve haliyle halkın taleplerini canhıraş bir bastırma gayreti var. Ama İran bunca yıllık devlet geleneğine ve devlet aklına rağmen neden Suriye halkının değil de Esed’in arkasında durdu?

2003 Irak Savaşı’nda ABD bölgeye müdahale ederek İslam tarihi boyunca ilk defa Bağdat’ı Şii kuşağına girmesini sağlamış oldu. Bunun pratikteki anlamı Irak’ın altın tepsi içinde İran’a hediye edilmesidir. Evet İsrail çıkarları açısından Irak ciddi bir tehlikeydi ama şimdi ortaya ondan çok daha güçlü bir İran tehdidi çıktı. İran kendi özgün askeri teknolojisini geliştiren ve bu arada nükleer silah arayışında olan bir ülke. Bu anlamda sadece İsrail’i değil, belki ondan daha çok Körfez Arap ülkelerini tehdit ediyor. Açıkcası Körfez’deki Araplar İsrail’in İran’ın nükleer tesislerine karşı yapacağı bir saldırıdan memnun olacaklar. Onların tercihi bu saldırıyı ABD’nin yapması tabii.

İRAN SURİYE’DEN ASLA VAZGEÇMEYECEK

Evet?

Şimdi olaya bu açıdan bakacak olursak ben de İranlı yöneticilerin yerinde olsaydım ve uluslararası politikaya tamamen realist bir bakışaçısıyla bakmış olsaydım, Suriye’yi her ne pahasına olursa olsun elimde tutmak isterdim. Suriye sayesinde İran Irak’ı da kontrol altına aldığı bir dönemde Akdeniz’e ulaşabilen bir güç haline geldi. Bu sayede Hizbullah’ı İsrail’e karşı bir denge unsuru olarak elinde tutuyor. Bence İran nükleer silaha sahip olsaydı Suriye’ye bu kadar muhtaç olmazdı. Yani Şii dayanışmasından daha çok ortada Şiilik üzerinden bir realpolitik denge arayışı var. Ancak İran bunu Suriye’yi mutlak surette kaybetme riskini göze alarak yapıyor. İran’ın bu tutumu sayesinde Esed sonrasında İran-Suriye ilişkileri kesinlikle çok gergin olacak. Tabii şu da söylenebilir: Suriye’nin çoğunluğu İran’ı zaten geçmiş katliamlara karşı tavrından dolayı defterden silmişti. Yani İran’ın kaybedecek bir şeyi yoktu.

TÜRKİYE İRAN’I NEDEN DESTEKLEMİŞTİ?

Bu durumda vefa, İran için de bir semt adı demek ki. Şunun için söylüyorum: Yakın bir vakte kadar İran’ın Batı dünyasıyla arasındaki tek bağ Türkiye idi, Türkiye müttefiklerine rağmen, sıkıntıya girme pahasına BM’de İran lehine oy kullanmıştı ama İran Türkiye’ye karşı hızla “hasmane” bir tutum içine girdi. Neden? İran neden Türkiye ile gerilimi seçti?

İran’da bu isimde bir semt var mı bilmiyorum ama realist bakışaçısına göre, uluslarararası ilişkilerde vefa başlı başına bir değer değildir. Hatta kalıcı düşmanlıklar ve kalıcı dostluklar da yoktur. Türkiye’de medyadaki İran yorumlarına da yansıyor. 500 yıl önce de bizi arkadan vurmuşlardı, vs. Böyle duygusal yorumlar doğru değil. O zaman da bugün de ülkeler kendi çıkarlarının peşindeler. İran’ın çıkarları ise açıkçası Suriye krizinde Türkiye’yle tezat bir noktada bulunuyor. Türkiye ile İran’ın ortak çıkara sahip oldukları alanlar da bulunabilir. Örneğin Türkiye İran’ın nükleer enerji konusundaki haklarını uluslararası diplomasi sahasında savunurken kendisinin gelecekteki benzer çabalarına ipotek konulmasını önlemeye çalışmış da olabilir. Türkiye BM’de Brezilya ile birlikte büyük güçlere karşı bir güç denemesine kalkıştı. Ancak görüldü ki henüz yükselen güçlerin sistemik güçleri sarsma gücü yok.

TÜRKİYE İRAN’IN ETKİSİNİ SURİYE’DE KIRMAK İSTİYOR

Ben yine de merak ediyorum. Türkiye, İran ile kaç asırlık çatışmasızlık halinin devamını isterken İran PKK kartını elinden bırakmıyor. İran bunu niye yapıyor?

Evet mesele de bu zaten. Bölgedeki barışın önemli bir şartı Türkiye-İran dengesinin korunmuş olması. Irak’ın İran’ın çizgisine girmesi bu dengeyi bozdu. Türkiye’nin güneyi İran-Irak-Suriye ve Lübnan aksı tarafından kuşatılmış durumda. İran bir Akdeniz gücü haline geldi. Akdeniz’deki enerji kaynakları üzerindeki güç mücadelesinde Rusya, Güney Kıbrıs ve İsrail’in ortak hareket ettiğini de unutmayalım. Kısacası Türkiye sadece İran değil, aynı zamanda bu ülkeler tarafından da kuşatılmış durumda. Üstelik Rusya ve İran birlikte Türkiye’nin ihtiyacı olan doğal gazın yüzde doksanına yakın kısmını temin ediyorlar. Yani İran bir yanda Türkiye’yi kendisine bağlı hale getirirken diğer yanda Orta Doğu’ya inişini kesiyor. Hülasa Türkiye, üzerinde bu kadar güce sahip olan İran’ın etkisini Suriye’de kırmak istiyor. Bu mezhebi bir politika değil, reel politika ama aynı zamanda insan haklarını merkeze aldığı için ahlaki üstünlüğe sahip bir politika. İran ise karşı hamle olarak PKK kartını sümen altından çıkardı. Bundan önceki dönemde PKK İsrail’den dolaylı destek alıyordu. Şimdi İran’dan lojistik destek alıyor.

TÜRKİYE’NİN SURİYE POLİTİKASI DOĞRUDUR

PKK’nın artan saldırıları ve değişen stratejisi bölgede olup bitenlerle doğrudan ilgili diyorsunuz.

Evet, bu artan saldırıları Suriye ve İran rejimlerinin artan desteğine bağlıyorum. Ancak buradan yola çıkarak Türkiye’nin Suriye politikası yanlıştır demek çok mümkün değil. Yani Suriye’de Türkiye rejimin değil halkın yanında yer alarak hem ahlaken doğru olanı yaptı hem de reelpolitik açıdan İran’ın etkisini kırmaya yönelik bir hamle yaptı. Biz bu bölgede liberal, iyi huylu vs bir ülke olabiliriz ama bir İskandinav ülkesi de değiliz. PKK ile de yeni dönemin gereğini yapmak zorunda. Ancak bunu yaparken Kürt sorununun çözümüne yönelik ortaya konulan süreci devam ettirmek çok önemli. Aslında İran-Türkiye gerilimi Kürt sorununun çözümü noktasında çok büyük avantajlar da veriyor. Örneğin Kuzey Irak Türkiye’nin çok yakın bir ekonomik ve siyasi partneri haline geldi. Oradaki yönetimin Bağdat’taki merkezi otoriteye karşı Türkiye’ye ihtiyacı çok daha artmış durumda.

ESED KİMYASAL SİLAH KULLANAMAZ

Şam’ın elinde Ankara’yı dahi vurabilecek menzilde kimyasal silah olduğu biliniyor. Son olarak Der Spigel’in haberine göre Esed, İran devrim muhafızlarının gözetiminde bir deneme yapmış bile! ABD “bu kırmızı çizgimiz” diyor ama onun yaptırımı yine olan olduktan sonradır, olan da yine o bombanın hedefindekilere olacaktır. Yani çocukları dahi öldüren Esed’in bu silahları kullanma ihtimali çok zayıf olmasa gerek. Sizce Esed’i bu konuda ne durdurur, ne yapılabilir, ne yapılabilecekken yapılmıyor?

Esed’in böyle bir çılgınlık yapabileceğine ihtimal vermiyorum. Bu açıkçası hem Türkiye’nin hem de Batılı müttefiklerinin tepkisi açısından onun için bir son olur. Türkiye’nin herhangi bir noktasına yapılan bir saldırı NATO tarafından da cevaplanır. Kaldı ki kitle imha silahlarının Suriye sınırları içinde bile kullanılması sadece NATO’yu değil bütün dünya kamuoyunu harekete geçirecektir. Bu açıdan rejime her an kullanabileceği bir güvenli çıkış kapısı bırakılması önemli. Diğer tarafta durumun bu kadar ciddi olduğu bir noktada artık daha fazla vakit kaybedilmemeli.

İSRAİL ESED’İ TERCİH EDER

Peki, İsrail bu savaşın neresinde, ne yapmakta?

İsrail aslında bütün söylemine rağmen Esed’in gitmesini hiç istemiyor. İsrail yönetimi Arap dünyasında meydana gelen demokratikleşme sürecinin neticede İslami hareketleri iktidara taşıdığını düşünüyordu ve bu nedenle de Arap Baharı’nı kendisi açısından bir Arap Kışı olarak görüyordu. Mısır’daki Mübarek rejimin devrilerek yerine İhvan menşeli bir başkanın göreve gelmesi İsrail açısından bu anlamda büyük bir kayıptır. Hamas da bildiğiniz gibi İhvan’ın içinden çıkmış bir örgüt. Şimdi benzer bir gelişmenin muhtemelen Suriye’de de yaşanacak olması İsrail’i korkutuyor. İsrail’in içinde bulunduğu açmaz, etrafı giderek demokratikleşen bir Arap dünyası ile sarılı olması. Yeni Arap yönetimleri Türkiye’ye çok yakın. Üstelik bu yeni bölgesel sistemi İsrail’in büyük destek aldığı Batı nezdinde mahkum etmek o kadar kolay değil. Batı İsrail’e Filistin sorununun çözümü konusunda baskı yapıyor. İran-Esed-Hizbullah tehdit üçgeni İsrail açısından çok daha tercihe şayandı.

TÜRKİYE İSRAİL’İ NE ZAMAN AFFEDER?

Bu arada İsrail’in Türkiye ile normalleşmek için arabuluculuk faaliyetlerini artırdığını biliyoruz. Son olarak Başbakan Erdoğan söyledi, Obama’nın, Putin’in, Berlusconi’nin, İngiltere’nin ve dünyanın en zengin Yahudisinin araya girdiğini… ama Türkiye’nin üç şartı var malum. Kaç zamandır hiç oralı olmayan İsrail, Türkiye ile ilişkisini şimdi niye düzeltmek istiyor?

Geçmişte İsrail etrafındaki Arap düşmanlara karşı çevredeki Arap olmayan ülkelerle ittifak arayışındaydı. Şimdi nükleer güç arayışındaki İran en önemli tehdit haline gelirken Türkiye’yle de ilişkileri bozulmuş durumda. Çok ilginç bir durum da İsrail’le arası açık Türkiye’nin Obama yönetimiyle samimi ilişkiler sürdürmesi. Oysa geçmişte Türk-Amerikan ilişkilerinin kaderi İsrail’le yakın ya da uzak oluşumuza göre değişirdi. Obama’nın bu tavrı İsrail’in tepkisine neden oluyor. Görünen o ki İsrail içinde bulunduğu yalnızlıktan kurtulmak istiyor. Ancak İsrail’in Türkiye’nin ileri sürdüğü özür dileme şartını yerine getirmesi çok zor.

Neden?

Özür kendisini Batı’nın özrü üzerine kuran Siyonist kimliğe de aykırıdır. İsrail belki üzgün olduğunu söyleyerek işin içinden çıkmak istiyor. Türkiye ise İran’a karşı Arap kamuoyunda kazandığı yumuşak gücü ucuz bir şekilde kaybetmek istemiyor. Amerika ile ilişkilerini etkilemediği sürece İsrail Türkiye için önemli bir ülke değildir. O nedenle Erdoğan başta olmak üzere Türk liderler için kabul edilebilir senaryo şudur: İsrail nedamet getirir, diz çökerse, Türkiye alicenaplık gösterecek. Diğer tarafta şartların en ilginci Gazze ile ilgili olanı. Türkiye böylece Gazze’yi kendi milli meselesi haline sokmuş oldu.

SURİYE POLİTİKAMIZ DEVLET POLİTİKASIDIR

Suriye’ye tekrar dönecek olursak, malum AK Parti hükümetinin Suriye politikası eleştiri de alıyor. Siz nasıl buluyorsunuz?

Ben izlenen Suriye politikasını bir parti, hatta hükümet politikası olarak görmüyorum. Aslında şu bile söylenebilir: Suriye kriziyle birlikte Türkiye’nin dış politikası geleneksel çizgisine oturdu. Suriye’de Moskova ve Tahran’a yakın bir yönetimin işbaşında olması Türkiye’yi her zaman rahatsız edegelmiştir.

1994 yılında geleneksel CHP dış politika elitinin en önemli üyelerinden biri olan eski milletvekili Şükrü Elekdağ Milliyet gazetesinde ikibuçuk savaş stratejisini ortaya atmıştı. Elekdağ’a göre Yunanistan ve Suriye, Türkiye’ye karşı çıkar birliği içinde Pkk'ya her türlü yardımı yapmaktadırlar. Bu nedenle Türkiye, bu ülkelere karşı savunma stratejilerini aynı anda iki ayrı cephede çatışmaya zorlanacağı varsayımı üzerine dayandırmalıdır. 1998’de Suriye’yle bir savaşın eşiğinden döndük. Sonrasında ise AK Parti döneminde İsrail’le gerginlik yaşanırken Şam’la çok yakın ilişkiler kuruldu. O sıralarda Türkiye’yi Batı’dan uzaklaşmakla suçlayan çevreler bugün istiyorlar ki 30 bin sivil insanı katletmiş, kendi başkentini ve en büyük şehrini uçaklarla bombalayan, köylerde çocukları kurşuna dizen bir rejimle müttefik olmaya devam edelim. Kendi ülkesiyle savaşan Esed rejimine arka çıkmak ne ahlakidir ne de çıkarlarımız gereğidir. İlginç bir şekilde AK Parti, Suriye’ye karşı insan hakları ve dış politikanın geleneksel öncelikleri çerçevesinde bir politika geliştirirken, Kılıçdaroğlu yönetimindeki Cumhuriyet Halk Partisi Esed yanlısı bir duruş sergiliyor. Kuşkusuz bu tavır Elekdağ’ın dile getirdiği stratejik anlayışı da CHP’nin tarihi sürekliliği Hatay’ın ilhakına kadar uzanan geleneksel yaklaşımına da aykırıdır.

HEM AHLAKİ, HEM REEL POLİTİK OLARAK DOĞRU

1) Sığınmacıların resmi sayısı 85 bin civarında ve bunun ekonomik, sosyolojik, siyasi, kriminal, güvenlik boyutları var ve yük giderek artıyor 2) Esed (ve İran) destekli PKK şiddeti artıyor. Bunlar da meseleyi iç siyaset meselesi haline sokuyor. Soru şu: Türkiye Suriye politikasını daha ne kadar sürdürülebilir?

Daha önce de söylediğim gibi Türkiye hem ahlaken hem de reelpolitik olarak doğru olanı yapmaktadır. Bunun Türkiye için belli masrafları olmuştur. Ancak tam tersi mümkün değil. Yani siz bölgeden sırtınızı çevirdiğinizde, Suriye konusunda sessiz kalsanız bile aynı sorunlar sizi yine bulacak. Eğer Türkiye aktif bir tavır almamış olsaydı da sınırına yığılmış binlerce insanı bulacaktı. Çok daha fazla sayıda mülteci Ürdün’e sığındı. 100 bin-200 bin mülteciyi ağırlama konusunda acziyet göstereceksek bu herşeyden önce bölgenin en önemli güçlerinden biri olan Türkiye açısından bir ayıptır. Unutulmasın ki biz de kendi kurtuluş savaşımızı çok uzak diyarlardaki Müslümanların gönderdikleri maddi yardımlarla gerçekleştirdik. Partisi bu maddi yardımlarla kurulan bir bankanın hissedarı olduğu halde Kılıçdaroğlu “Esed bana ne yaptı?” diyor. Diğer tarafta, bölgedeki terör sorunu ise bir asırdan beri devam eden bir sorun. Terörü Suriye konusundaki duruşumuzun bir faturası olarak görmek hakkaniyetli bir değerlendirme olmaz. Şu da var ki terör konusunda sözün ve sabrın tükendiği bir noktadayız.

ESED’İN ADI ESEDOVİÇ OLSAYDI…

Bir grup gazeteci olarak Bosna Hersek eski cumhurbaşkanı Haris Sladziç ile görüştük geçen hafta Saraybosna’da. Sladziç Suriye’de olanlar Bosna’da olanla aynı dedi. Orada da geç müdahale söz konusuydu ama uluslararası toplum Suriye’deki olayların vahametine rağmen neden hala harekete geçmiyor?

Suriye krizi konusunda en duyarlı halklardan biri Boşnaklar. Bu da onların tarihi hafızalarının henüz taze olmasından kaynaklanıyor. Kosova’da olduğu gibi Bosna’da da bir devlet terörü uygulanmıştı. Uluslararası hukuk ve diplomasi yine aciz kalmıştı. Bosna krizinin sona erdirilmesinde Malezya Başbakanı Mahathir Muhammed’in Bosna’ya uygulanan silah ambargosunu tanımama kararı alması İslam dünyasının sabrının taştığını göstermesi açısından çok güçlü bir mesaj oldu. Ardından ABD inisiyatifi eline aldı ve diplomatik süreç başladı. Doğrusu Suriye krizinde de sorunu uluslararası diplomasi çözemeyecek. İslam dünyası ve hatta Türkiye kamuoyundaki sözümona İslamcı kanaat liderleri bile Suriye konusunda tam bir sessizliğe gömüldüler. Olan biten aynı ama eli kanlı diktatörün adı Miloseviç ya da Karadziç değil! Sayın Dışişleri Bakanı da diktatörün adı Esedoviç olsaydı farklı olurdu diyerek bu sessizliğe haklı olarak isyan etmişti.

MISIR DÜNYAYA DÖNDÜ

Yeni bir inisiyatif gelişti, dörtlü inisiyatiften umutlu olmalı mıyız?

Uluslararası diplomasiye şans vermeye devam edilmeli.. Özellikle bölgenin en önemli Müslüman ülkelerinin bir araya gelmeleri olumlu. Ancak bu tür görüşmelerden doğacak faydaların daha uzun vadeli olacağını düşünüyorum. Suriye krizi ise kısa vadede çözüm gerektiriyor. Her yarım saatte bir insan ölürken gerçekçi olmak gerekiyor. Arkasında Rusya’nın sağlam desteğini hisseden İran’ın ikna edilmesi ne yazık ki mümkün değil. İran için Suriye varoluşsal bir konu olarak görülüyor. Daha önce de izah etmeye çalıştığım gibi İran nükleer bir güce kavuşuncaya kadar tehdit algılaması değişmeyecek. Nükleer güce kavuştuktan sonra da zaten hiç kimse İran’ın bileğini bükemez gözüyle bakıyor olmalılar.

Mısır’ın rolü nedir bu süreçte?

Dörtlü inisiyatifi Mısır’ın dış politikaya dönüşünü yansıtması açısından önemli. Mısır ve Türkiye’nin çıkarları bir çok konuda örtüşüyor ve bundan sonraki süreçte işbirliği arayışları artacak.

AMERİKA’NIN SUSKUNLUĞU

ABD’nin geri planda durmasının sebebi ne olabilir? Seçimlerden sonra ne değişir?

Obama’nın şimdiye kadar pasif durmasının nedeni dış müdahale yorgunu Amerikan kamuoyu. Amerikan seçimlerinin belirleyici faktörü ekonomi ve giderek artan biçimde kimlik siyaseti. Böyle bir ortamda Obama kendisini iç politikada riske sokacak bir adımı atmak istemiyor. Ancak seçimlerden sonra Amerika’nın politika değişikliğine gideceği tahminini yapabiliriz. Bir askeri müdahale gelmeyebilir ama kritik silahların sevkiyatı konusunda politika değişikliği olabilir. Şurası açık: Washington, Rusya ve Çin’in bu kadar müdahil olduğu, İran’ın güçlü bir aktör olarak sivrildiği bir Orta Doğu istemiyor. Diğer tarafta Amerika’da özellikle şu andaki yönetime hakim realist kadro şunu da görüyor ki Müslümanlar Batı’ya Filistin konusunda olduğu kadar kendilerini zindanda yaşatan diktatör yönetimlere verdiği hayati destek nedeniyle de kızgınlar. İslam dünyasındaki diktatörlük sorununu aşmadan bu kızgınlığı gidermek mümkün değil. Batı’nın bir başka yüzü ise Müslüman halkların özgürleşmesini tehdit olarak algılıyor, diktatörlüklerin devamını savunuyor ve Müslümanları sürekli olarak taciz altında tutmak istiyor. Görüyorsunuz Avrupa’da başlayıp giderek bir salgın halini alan İslamofobik faşizm Amerika’ya da sıçradı.

İSLAMAFOBİ ESKİ BİR EMPERYALİST SÖYLEM

Üstelik bu ilk değil. Müslümanların kutsalına sistematik ve kasıtlı saldırılar hiç bitmiyor.

Fikir özgürlüğü adı altında İslam’ın kutsal değerlerine yapılan saldırılar geçmişte olduğu gibi devam ediyor. Son film saldırısının Arap Baharı sürecine rastlaması, özellikle Suriye krizini gündemden uzaklaştırma konusunda önemli bir işlev gördü. Şimdi hakaretamiz bir Siyonist ilan New York’ta metro duraklarına asılacak. İlanda Amerikalılar barbarlara karşı medeni insanların, yani İsrail’in yanında durmaya çağrılıyor.

Batı bu saygısızlığı, saldırganlığı neden yapıyor, Müslümanların hassasiyetini neden anlamak istemiyor?

Müslümanları barbar gibi göstermek eski bir emperyalist söylem. Barbar oldukları için de kendilerini yönetemezler, onlara medeniyet götürmek gerekir, onları sürekli olarak diktatör idarecilerin kamçıları altında tutmak gerekir. Geçmişte Türkiye için de aynı şeyler söylendi. “Türkiye Müslüman bir ülke olduğu için demokratikleşemez, bu nedenle askeri yönetim altında kalması gerekir, dolayısıyla AB’ye alınmaması gerekir,” dendi. Şahsen bütün bunları iyi niyetli olmayan, kapsamlı bir kampanya olarak görüyorum. Asla tepkisiz kalmamalıyız ama tepkilerimizde kontrollü olmak ve akıllı hareket etmek zorundayız. Biz Batı’yı tek blok olarak görünce, içindeki farklı okumaları tespit edip, ona göre siyaset yapamayınca da kampanyanın tuzağına düşmüş oluyoruz.