26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

25 yıl önce bugün ölen yazarın Türkçe'deki en iyi üç kitabı

22 Aralık 2014 tarihi –yani bugün, Nobel Ödüllü İrlandalı yazar Samuel Beckett’in 25. ölüm yıldönümü. Bugünü fırsat bilelim ve efsane ismin Türkçe’deki en iyi üç kitabına şöyle bir bakalım.

22 Aralık 2014 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
25 yıl önce bugün ölen yazarın Türkçe'deki en iyi üç kitabı

22 Aralık 2014 tarihi –yani bugün, Nobel Ödüllü İrlandalı yazar Samuel Beckett’in 25. Ölüm yıldönümü… 20. yy deneysel edebiyatının en büyük ismi olan ve James Joyce’dan sonra İrlanda edebiyatının en önemli yazarı sayılan Beckett 83 yıllık ömrü boyunca onlarca öykü, roman ve oyun kaleme aldı. Bunların yanı sıra yazarın eleştiri ve senaryo çalışmaları da vardı. “Son modernistlerden” ve aynı zamanda “ilk postmodernistlerden” sayılan yazar kendisinden sonra gelen –Eugene Ionesco, Harold Pinter, Edward Albee gibi- birçok ismi etkiledi. Nihayetinde Beckett, durgun tarzı ve buna zıt avangart denebilecek sanat anlayışıyla belki de gelmiş geçmiş “en kendine has” isimlerden biriydi.

Diyorum ki: Bugünü fırsat bilelim ve İrlandalı yazarın Türkçe’deki en iyi üç kitabına şöyle bir bakalım.

Murphy – 1938 – Ayrıntı Yayınları

Murphy’nin ilginç bir yayınlanma hikayesi var: Yazarın üçüncü kurgusal çalışması olan roman önce tam 42 defa reddedilmiş. Beckett’in diğer çalışmalarının aksine İngilizce kaleme alınmış. Şunu da eklemek gerekiyor: Belki de Beckett’in en neşeli eseri.

Arka kapaktan: " Murphy, bir Beckett anti-kahramanı. Belli bir eğitimden geçmiş. İrlandalı. Yalnız, edilgen ve tekbenci. Bir işte çalışmıyor. Tek mutluluğu sallanan bir koltuğa kendini çırılçıplak bağlamak, iç dünyasına çekilip orada yolculuklara çıkmak... Celia, Murphy’ye âşık. Fahişe. Bedensel bir aşkla sevilen ve dış dünyaya ait olduğu için Murphy’nin reddetmek istediği bir kadın... Murphy, peşini bırakmayan dış dünyadan kaçarken, sığındığı akıl hastaları tarafından da dışlanır... Kitabın traji-komik öyküsü bu merkezi çelişki etrafında gelişir. Descartes’ın ‘ruh-beden’ ikiliğinden etkilenen Beckett, bu ilk romanında, ruhla bedenin, iç dünyayla fiziksel dünyanın kaynaşma zorunluluğundan uzakta, bir arada yaşayabileceğini göstermek ister. Doğu mistisizminden hareketle, bedenin, ait olduğu fiziksel dünyada asla tam özgür olamayacağı, gerçek özgürlüğün düşüncelerde yaşanabileceği fikrini ana izlek haline getirir. Bu anlamda Murphy, Beckett’in daha sonraki romanlarında sadece düşünerek ve konuşarak, sözcük üreterek, dili kullanarak var olabilen anti-kahramanlarının ilk örneğidir... Murphy, karamsarlıktan alaya, komikten traji-komiğe, hayatın ruhsal ve fiziksel alanlarını kapsayan izlekleriyle tüm yaşamın deliliğini veya insanın insanlığını seslendirerek eğlenen bir roman. Düşünmek veya düşünmemek isteyenlere... insanlara... "

Üçleme – Ayrını Yayınları

Ayrını Yayınları’nın ‘üçleme’ şeklinde bastığı kitap ‘Molloy’, ‘Malone Ölüyor’ ve ‘Adlandırılamayan’ adlı üç ayrı romandan oluşuyor.

Arka kapaktan: " 20. yüzyılın en büyük yazarlarından Nobel Ödüllü İrlandalı yazar Samuel Beckett’in Watt ve Murhpy’sinin ardından Molloy, Malone Ölüyor ve Adlandırılamayan adlı romanlarından oluşan ünlü ÜÇLEME’sini okurlarımıza sunuyoruz. Beckett’in en önemli yapıtları olarak görülen her üç romanda da tek bir kişinin çeşitlemeleri denebilecek anti kahramanlar, bedensel yetilerini yitirirken, varoluşlarını yalnızca ussal düzlemde duyumsar ve sözün içinde yaşamaya başlarlar... Molloy, koltuk değnekleriyle kent dışında bir çukurun dibinde fiziksel çöküşünün tamamlanmasını beklerken modern insanın metafizik serüvenini dile getirir: “Çürümek de yaşamaktır...” Yaşlı ve felçli olan Malone, ölüme, “bedeninin karar vermesini” beklerken yaşamdan elinde kalan tek gücü kullanır: Kendi kendine anlattığı gerçekle düş arası öykülerle, ölüme giden devinimi içinde bilinçsel ben’ini, bedensel ben’inin çöküşüne tanık kılar. Molloy’un koltuk değnekleri gibi, Malone’un da fizik dünyayla ilişkisini ucu kancalı bir sopa sağlar: Her ikisi de uygarlığın yıkıntıları içinde, “çürüme süreçlerine bir çeşni” katmaktan geri kalmaksızın, koltuk değnekleri ve sopalarıyla, kendilerine yaşamdan ölüme, dilden mutlak sessizliğe giden yolu açmaya çalışırlar. Adlandırılamayan’ın bir kafayla, neredeyse bir ağızla özdeşleşen anlatıcısı ise insanlık durumunun tüm bulantı veren yanlarını okura haykırır... Beckett yaşamı parça parça bütünleşen bir karanlık gibi görmeye çağırır okurunu. Esas olanın acı çekmek olduğunu düşünür. Uzlaşmazlık, anlamsızlık gibi kavramların sert havasını yumuşatan aşktan, arzudan, çalışkanlıktan asla söz etmez. Yaşamla bağlarının sonuna gelmiş, anlamlı bir varoluş iddiasını ya da gerekçesini yitirmiş yaşlı, sakat ve kendini ifade etmekten aciz insanlardır anlattıkları. Belki de hiçbir yazar güçsüzlüğün ne demek olduğunu Beckett kadar iyi anlatamamıştır... Tekil okumayla yetinmeyen okurlar için... "

Godot’yu Beklerken – 1952 - Kabalcı

Şüphesiz, Godot’yu Beklerken Beckett deyince akla ilk gelen eser. Fransızca kaleme alınmış. Belki de binlerce defa dünyanın çeşitli yerlerinde sahneye aktarılmış. Kitap, Le Monde’un 100 yılın 100 kitabı listesinde de yer alıyor. Tam anlamıyla bir kült.

Arka kapaktan: “54 yılında Beckett tarafından bazı değişikliklerle İngilizceye çevrildi ve başka ülkelerde de sahnelenmeye başladı. Avangard olarak nitelenmesine karşın hızla klasikleşti. Oyunun varoluş sancıları çeken kahramanları, yolları kesiştiğinde birbirleriyle iletişim kurmaya çalışırlar. Her gün yinelenen bu ritüelde bellek işlevinin yerine getiremeyince de gerçekliğin kesinliğinden uzaklaşmaya başlarlar. Kimilerine göre tüm zamanların en iyisi olan bu oyun, 21. yüzyılda da kafamızda soru işaretleri bırakmaya devam ediyor.”