26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

İyi bir yazar keşfetmeyi kim istemez?

‘Postumuzu serdik’ başyazısıyla yola çıkan Post Öykü dergisinin yayın yönetmeni Aykut Ertuğrul ‘Evet edebiyatta çeteler var’ diyor. Peki, Post Öykü nasıl bir ‘çete’ olacak?

Gülcan Tezcan21 Kasım 2014 Cuma 07:00 - Güncelleme:
İyi bir yazar keşfetmeyi kim istemez?

“Öykü yazarken, öykü konuşurken, ya da -öykü şart değil- herhangi bir şey hakkında konuşurken çakır keyifliğe çok benzeyen bir coşkuya kaptırıyoruz kendimizi; dergi çıkarırken de öyle. Bizi en çok bu duygu bir arada tutuyor.” diyen Post Öykü’nün yayın yönetmeni Aykut Ertuğrul’a Post Öykü’yü sorduk.

-Yeni bir öykü dergisi yola çıkarken ne düşünür?

İyi fikirler, yüksek sesle söylenenlerin yanında görünmez olabiliyor, iyi kitaplar parıltılı kapakların çok satar listelerinin altında ezilebiliyor, iyi metinler eş dost hatırına yayımlanan metinlerden kendisine yer bulamayabiliyor, iyi insanlar, fotoğraf karelerine girmeyi beceremedikleri için silikleştirilebiliyor. Bütün zamanlarda ama en çok da şu yaşadığımız tuhaf zamanlarda kavga gürültünün ortasında arada kaynama tehlikesiyle hep yüz yüze olan iyinin sesini duymaya çalışıyoruz.

-Edebiyat dergileri hakkında en çok duyduğumuz yakınma, her derginin bir çevresi olduğu ve kliğe ait olmayanların dergide yer bulma şansı olmadığı şeklinde. Post Öykü bu açıdan nasıl bir yerde duruyor?

Evet edebiyat ortamında çevreler, gruplar, klikler “çeteler” var. Hatta Post Öykü dergisinin ekibi de kendi halinde, kendi çapında bunlardan biri. Bu çok doğal. Bir hikayenin, bir davanın, bir anlayışın, bir ideolojinin etrafında elbette gruplaşacak insanlar. Bir gruplaşma olmasa bir dergi çıkmaz zaten. Bundan daha doğal bir şey yok. Ama en az onun kadar doğal başka bir şey daha var; ortada edebi açıdan kuvvetli sayılacak bir metin varsa bütün “çete dergiler” bu kuvvetli metnin yayımlayanı olmak isterler. “Bir yazarın/editörün, en az iyi eser yazmak kadar önemsediği bir şey söyleyin!” deseniz size hiç düşünmeden “iyi ve genç bir yazar keşfedip onu biraz da gizliden böbürlenerek edebi kamuya sunmaktır” derim. Post Öykü de tam olarak burada duruyor sorunuz bağlamında. İyi öykünün, iyi fikrin yanında. Hem kendi adıma hem dergi adına bu böyle. İlk sorunuza geri döndük, böylece daire de tamamlandı.

-Post Öykü için kimler emek harcıyor, ekipte kimler var?

Arda Arel, Ertuğrul Emin Akgün, Burcu Bayer, İrem Ertuğrul ve Remzi Şimşek çekirdek kadromuzu oluşturuyor. Hemen hepsiyle Ğ dergisini çıkarırken tanıştık. Burcu Bayer, derginin en önemli işlerinden birini yapıyor, çeviri ve eleştiri editörlüğünü. Derginin her aşamasında kıymetli ağabeyimiz Cemal Şakar yanımızdaydı. Sedat Demir dergiye en az bizim kadar inanıp onu en az bizim kadar sahiplenerek heyecanıyla bizi teşvik etti. Akif Hasan Kaya, Güray Süngü, Güven Adıgüzel, İsmail Isparta, Doğukan İşler, Hüsna Baka, İslam Dalp ilk sayımızda ve derginin çıkışında yanımızda durdular, duruyorlar.

-Bu dergi yarına nasıl bir iz bırakmak istiyor?

Öykü yazarken, öykü konuşurken, ya da -öykü şart değil- herhangi bir şey hakkında konuşurken çakır keyifliğe çok benzeyen bir coşkuya kaptırıyoruz kendimizi; dergi çıkarırken de öyle. Bizi en çok bu duygu bir arada tutuyor. Hem nasıl bir iz bırakacağımızı düşünürsek sanki yürümemiz de mümkün olmaz gibi. İze odaklanırsak doğal yürüyüşümüz değişir ve bu defa da kusurlu bir iz bırakmış olmaz mıyız?

AYIK OLMAK İSTİYORUZ 
 
-Edebiyat ortamı ile ilgili kuruntular, küçük hesaplar ‘edebiyat dergiciliğini’ nasıl etkiliyor? Bu anlamda bir sığınak mı Post Öykü?
 
Bu soruyla ilgili bir endişemiz yok. Geride bir mağdurlar ordusu kalmış da, onlara kucak açacakmışız gibi anlaşıldıysa yanlış anlaşılmışız. Bu kuruntuların, hesapların, edebiyat ortamına değil de sahibine ne yaptığıyla ilgileniyoruz asıl. Söylediğiniz “sığınak olma”, bir kitleye kucak açma, kurtarma, vaad edilen topraklara ulaştırma (abartıyorum tabi) hissiyatı da bu kuruntulardan birisi mesela. Dengeler bozuluyor, ölçü kaybediliyor, kim olduğumuzu unutuyoruz sonra. Ve gerçekle her çarpıştığımızda biraz daha sersemliyoruz. Her sersemlediğimizde sersemlik katsayımız biraz daha artıyor; ayıklıktan biraz daha uzaklaşıyoruz. Biz bu hallerden korkuyoruz tam olarak. Zaman zaman abiler, ablalar, çağdaşlar ve kardeşlerimizde gördüğümüz görünce de tedirgin olduğumuz bu ölçüsüzlük halinden uzak durmak ve ayık olmak istiyoruz o kadar. Yani çağrı tamamen kendimize.