26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

Doç. Yalçın Çetinkaya: Müzik pazarı müzikal kaliteyi düşürdü

Doç. Yalçın Çetinkaya, müzik pazarının bir taraftan kalitesiz müzik, diğer yandan da bu kalitesizliği dinleyip satın alacak kulaklar ürettiğine dikkat çekiyor.

Gülcan Tezcan31 Temmuz 2014 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Doç. Yalçın Çetinkaya: Müzik pazarı müzikal kaliteyi düşürdü

Müzik alanında uzun yıllardır uğraş veren bir isimsiniz. Ülkemizde müzik kültürü konusunda müzik üretenlerin nasıl bir tavrı olduğunu sorsam, neler söylersiniz ?

Bir toplumun müziği, hiç şüphesiz o toplumun sosyal ve kültürel seviyesini gösterir. Şu anda ülkemizdeki müzikler üzerinden bir toplum okuması ve analizi yapabilmek mümkün. Biraz ticârî ifâdeler olacak ama maalesef bugün sadece ülkemizde değil dünyanın her yerinde kapitalist sistem bir üretim-tüketim ilişkisine dayalı ve bu müziğe de yansımış durumda. Bu konuda bilindiği gibi ilk ve önemli tesbitleri Theodor Adorno yapmış ve kapitalist sistem içinde müziğin nasıl ticârî bir meta hâline geldiğini ifade etmiştir. Süreç değişmemiştir, bugün de müziğin üretilmesi ve tüketilmesi gibi bir ticârî durum sözkonusudur. Bütün dünyada milyarlarca doları bulan büyüklükte bir “müzik pazarı” vardır ve bu pazar sürekli olarak tezgâhta yeni ürünler görmek istemektedir.  İşin bir “pazar ve ticaret” ilişkisine dönüşmesi; sanatta, özellikle bu pazardan daha büyük pay alan müzikte kolay üretilebilen ve kolay tüketilebilen ürünlerin ortaya çıkmasına sebeb olmuş ve maalesef kaliteyi de düşürmüştür. Aktüalite ve popüler kültür “satış” üzerine konumlanmaktadır ve modern zamanların en önemli sözcüğü “satış”tır, Ülkemizde müzik üretenlerin en büyük endişesi, nasıl olursa olsun üretilen ve adına müzik denilen şeylerin pazarda kendine yer bulması ve satabilmesidir. Üretim-tüketim ilişkisine göre düşünecek olursak müzik üretenlerin tavrı bence böyle. Bir de, geçmiş zamanlarda üretilmiş ve bugün tekrar edilip duran bir müzik var ki bence bu müzikler, bugünü anlamamızda yeterli değillerdir, çünkü bu müzikler dünün hâlini, sosyal ve kültürel seviyesini gösteren müziklerdir, onlar için belki ayrı bir konuşma yapmak gerekir. Ama biz bugün üretilene bakarak müziği ve toplumu anlamak durumundayız. Hz. Mevlânâ’nın “Dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lâzım” dediği gibi eskinin müzikleri dünde kaldı, elbette eskinin müziklerini bugün de ihmal etmeden dinlemek gerekiyor çünkü eskinin müziklerinde insanın ihtiyaç duyduğu her şey var, en önemlisi yürek var ve elbette eskinin bu müzikleri bugün için güzel birer örnektir, ama biz müzikler üzerinden bugünü anlamak zorundayız.

Müzik alıcısı konumundaki dinleyiciler bir müzik kültürü ve birikimine sahip mi? Yoksa 'kulağa hoş gelen' gibi bir ölçü mü hâkim ?

Ne yazık ki dinleyicilerin bir müzik kültür ve birikimine sahip olduklarını düşünmüyorum. Elbette müzik kültür ve birikimine sahip olan çok az sayıda insan var, ama genel olarak bir birikim ve kültür sözkonusu değil. Müzikte üretim-tüketim ilişkisi ve pazar, zaten müzik kültür ve birikimine ihtiyaç duymuyor. Kulağa hoş gelen müzikler desem, o da tam olarak karşılamıyor çünkü bu defa da kulakların nasıl kirletildiğini konuşmak gerekiyor. Maalesef genel müzik dinleyicisi de bu “üretim-tüketim girdabı”na kapılmış sürüklenip gidiyor. Müzik dinleyicisi gördüğüm kadarıyla bu hızlı müzik üretim-tüketim ilişkisinin ürettiği pazar malı ürünlere medya desteğiyle alıştırılmış, medya ve özellikle müzik yayını yapan kanallar bu tür müzik dinleyicisinin üretilmesine katkı sağlıyor. Bir taraftan kalitesiz müzik üretiliyor, diğer yandan bu kalitesizliği dinleyip sayın alacak kulaklar üretiliyor. Tuhaf bir pazar ilişkisi var, hiçbir şey almayan ve müzik tüketicisi konumuna indirgenmiş “dinleyici”, hiçbir şey vermeyen “üreticileri” alkışlıyor, ürünlerini satın alıyor ve bu kısır ve tehlikeli döngü maalesef sürüp gidiyor.

“Kulağa hoş gelen” dediniz de, ben bu ifadenize şöyle bir yaklaşım geliştirmek istiyorum; güzel müzik dinleyince “kulaklarımızın pası silindi” deriz, ama maalesef bu zamanlarda adeta dinleyicinin kulakları kirletiliyor, paslandırılıyor. Kulakların ayarı ve tabii algısı, kötü melodiler dinletmek suretiyle bozulup değiştirilebilir, nitekim son elli yıldır ülkemizde bu yapılmaktadır, kötü melodilere alıştırılmış ve zevk-i selimini kaybetmiş kulaklar, aslında güzel olan şeyleri değil çirkin melodileri sever hâle getirilmiştir. Çünkü müzik pazarının böyle kulaklara ihtiyacı vardır.

TRT 1’de başlattığınız program bu anlamda nasıl bir içeriğe sahip ve müzikseverlere ne sunuyor ?

Biraz iddialı olacak ama, aslında şunu söylüyor ve sunuyor : “Sayın dinleyiciler, dünyada hem bu kültüre hem de batı kültürüne ait, müzik sanatını temsil eden çok üst düzey müzik eserleri var, bunları dinleyerek kulaklarınızın pasını silmeye çalışın. Herhangi bir kültür, millet ayrımı yapmadan güzel olan her müziği dinleyin, hatta programda verilmeye çalışılan yüzeysel de olsa bilgilerle, öğrenerek ve anlayarak dinleyin. Dinleme alışkanlıklarınızı değiştirin.”

Program, bugüne kadar ülkemizde hiçbir radyo ve televizyon kanalında denenmemiş bir format ve muhteviyata sahip, onu da şöyle izah edebilirim: Klasik Türk müzikçileri ile Klasik batı müzikçileri arasında uzun yıllardır anlamsız bir tartışma yaşanmaktadır, iki taraf da birbirinden pek hoşlanmaz ve iki müzik türünün biraraya geldiği pek nâdir görülür. Ben bunun, iki müzik türünün mensuplarının maalesef bilgisizliğinden kaynaklandığını düşünüyorum. Halbuki Osmanlı müziği ve Avrupa müziği, iki farklı kültür ve medeniyete ait olmalarına rağmen, çok yüksek seviyede müzikler. Mozart ile Dede Efendi veya Bach ile Itrî’yi yarıştırmanın mânâsı yok, belki bu iki farklı kültürün müzisyenleri karşılaşsalar ve tanışsalar, birbirlerinden istifade edecekler. Müziklerarası programı, bestecileri bir araya getirmiyor belki ama, aşağı yukarı tarihsel olarak aynı dönemlerde yaşamış iki kültürün bestecilerinin eserlerini biraraya getirip dinleterek, dinleyiciye birşeyler anlatmaya, onun müzik ufkunu ve bilgisini genişletmeye, zenginleştirmeye çalışıyor.

 

Türk ve batı müziği bir arada

TRT Radyolarında bugüne kadar Batı müziği ve Türk müziği, TRT çatısı altında ama farklı kanallarda ayrı ayrı yayınlanmıştır. Bu yayın anlayışı, zaten ülkemizde mevcut olan “Türk müziği-Batı müziği gerilimi”ne de katkı sağlamış bir anlayıştır. Ya da en azından bu iki müziğin yetkilileri, ilgilileri ve sevenleri bile böyle bir ayrım ve gerilimin içine düşmüştür. Halbuki bizim kültür ve medeniyetimizde hiçbir şekilde ve alanda çatışma veya gerilim sözkonusu değildir. Müzik kültürümüz de oldukça köklüdür ve Osmanlı müzik kültürünün oluşma ve gelişme sürecine bakarsak böyle bir gerilim ve çatışmaya rastlamamız sözkonusu değildir. Fakat, bir dönem süresince, sadece Batı müziğine yönelinmiş ve toplum hâfızası adeta geleneksel müzik kültüründen arındırılmaya çalışılmıştır. Kültürlerin ve medeniyetlerin birbirini tanımaya çalıştığı bugünün anlayışı doğrultusunda, ülkemizde birbirinden farklı kategorilerde algılatılmaya çalışılan iki müziğin, yani Türk ve Batı müziğinin bir arada, birlikte icrâ edilmesi, halkımızın müzik adına iyi, güzel ve doğru olan her şeyi öğrenmesi gerekmektedir. TRT Radyosu’nun da zaten ana görev ve amacı da toplum kültürüne bu anlamda katkıda bulunmaktır. O halde bugüne kadar hiç denenmeyen ve genellikle uzak durulan yeni bir müzik yayıncılığı anlayışını TRT Radyosu’nda uygulamak mümkün olabilir. Bu yeni müzik yayın anlayışı ve yeni format da, bir program içerisinde hem Türk ve hem Batı müziği örneklerini tarihsel bir akış ile ve bir anlamda karşılaştıran bir müzik programı olacaktır. Meselâ; Avrupa’nın barok dönemine karşılık gelen Osmanlı müzik dönemi ve her iki kültürden o döneme ait bestecilerin eserleri, dinleyiciye bilgi vermek suretiyle çalınabilir. Bir eser Batı müziğinden icrâ edilecek, sonrasında da icrâ edilen Batı müziği eserinin ait olduğu döneme uygun bir de Osmanlı müziği çalınacak, bu müzikler ve bestecileri, dönemin siyasal ve kültürel ortamı hakkında bilgi verilecektir. Böylece TRT dinleyicisi, bir program içinde her iki müzik kültürünü de tanımış olacak ve ülkemiz insanı iki müziği de öğrenerek dinlediği için, iki müzik konusundaki çatışmacı, gerilimli üslûb zamanla terkedilecek ve dinleyicinin müzik zevki, kültürü ve dinleme şekli de değişip gelişecek ve rafine hâle gelecektir. Osmanlı ve devamı niteliğindeki toplumsal yapımız ve insanımız, dünyadaki bütün doğru ve güzel şeyleri tanımak, bilmek hatta onlarla meşgul olmak gibi çok olumlu bir haslete sahiptirler. Bu program, insanımızın bu güzel hasletlerinin gelişmesine katkı sağlayacaktır.

Radyolarda epey zamandır bir müzik kirlenmesi yaşanıyor. Kültür yayıncılığı da 1990'lara göre epey azaldı gibi görünüyor. Siz böyle bir ortamda bu kadar özgün bir program yaparken nasıl bir kitleyi hedef aldınız ?

Programın amacı şuydu: Müzik dinleyicisini, hem Osmanlı/Türk ve hem de Batı müziğinden örnekleri aynı program içinde iki müzik kültüründen eserleri aynı anda dinleterek bilgilendirmek ve bugüne kadar iki farklı müzik dinleyicisinin, bu müzik kültür ve birikimini aynı anda dinleyip önyargılarının ortadan kalkmasına katkıda bulunmak. Dinleyiciye hoş ve seviyeli, öğretici bir üslupla yeni bir müzik bakış açısı sunmak ve onlarda da böyle bir bakış açısının oluşmasını sağlamak. Böylece ülkemizde Türk müziği – Batı müziği dinleyicileri arasındaki anlamsız gerilimi sonlandırabilmek. Bunu, oldukça düzeyli bir anlatımla ve program örneğiyle gerçekleştirebilmek. TRT’yi de bunu başarmak konusunda öncü ve birleştirici kurum olarak öne çıkarmak.

Elbette hedef kitlemiz, bütün müzik dinleyicileri. Bu hedef  kitleyi biraz sadeleştirdiğimiz zaman, hem klasik Osmanlı  hem de klasik Avrupa müziklerini dinleyen bir dinleyici profili ortaya çıkmaktadır. Program, 2014 yılı Ocak ayı ile birlikte yayına başladı ve bugüne kadar çok iyi bir program örneği ortaya koyuyor. Televizyon gibi görsel bir medyaya rağmen Müziklerarası programı düzeyli bir dinleyici kitlesine ulaştı. Programla ilgili oldukça olumlu eleştiriler alıyorum. Olumlu eleştirilerin başında programın öğretici nitelikte ve çalınan eser örneklerinin de iyi seçildiği bir program olması gelmektedir. Takdir edersiniz ki programcılıkta sınır yoktur ve daha güzel şeyler yapılabilir. Farklı kültürlerin müziklerine yaklaşım konusunda önyargıları kırmaya çalışan, dinleyiciye çok yukarıdan bakan değil bilâkis onlara saygı duyarak bildiklerini paylaşmaya çalışan bir program deniyorum. Kalitenin düştüğü ve kötü müziklerin insanların kulaklarını kirlettiği şu zamanlarda, bu gidişattan hiç hoşlanmayan biri olarak programımın, sözünü ettiğiniz radyolarda ve televizyonlardaki müzik kirliliğine karşı bir “arıtma” görevi görmesini ve kültür yayıncılığını da teşvik etmesini istiyorum.