15 Mayıs 2024 Çarşamba / 8 Zilkade 1445

Bayramsız çocukların romanı

Yusuf Çopur, ikinci romanı Bir Uzak Düş’te sistemin küçük bir örneği olarak tanımladığı aile kavramı ve ailenin yalnız bıraktığı bireyler üzerine yoğunlaşıyor.

Gülcan Tezcan/[email protected]6 Mayıs 2013 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Bayramsız çocukların romanı

Daha Vakit Var ile tanıdık sizi. Şimdi de ikinci romanınız Bir Uzak Düş geldi. İkisinin de odağında anne ve çocuk ilişkisi var. İlk romanda bağlılık, ikincisinde terk edilmişlik ve bağ kuramama dikkat çekiyor. Yazdıklarınızda aileyi odak almanızın nedeni nedir?

Aile bir toplumun en küçük kurumu. Her şey ailede başlıyor. Doğmak da ölmek de. Sevgi de nefrette. İlgi de terk de. En acısı ailede ölmek. Haydar Ergülen’in ifadesiyle ailede ölmek, cinayet sayılır, ölümden beter ne varsa ona sayılır. Elbirliğiyle, sözbirliğiyle öldürmeye sayılır. Ve bizim toplumumuzda ailede öldürülenlerin, sayısı hiç de az değildir. Kimi yalnızlıkla boğularak, kimi uğradığı şiddete susarak, kimi de hiçbir şey yokmuş gibi davranarak öldürülüyor. Dört duvar arasında neler yaşanıyor, kaç hayat o duvarlar arasında sönüyor bilmiyoruz diyemeyeceğim, bilmezlikten geliyoruz. Aile’yi sistemin küçük bir örneği olarak görüyorum ve bu kurumu sorgulamak istiyorum aslında.

-Çocuk kahramanlarınız hep ‘yalnızlık’a muhatap oluyor. Bu ağır bir yük değil mi çocuklar için?

Daha ağırını yüklemedik mi çocuklarımıza? Keşke tek yükleri yalnızlık olsaydı. Aralık 2012’de Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), ‘Güvenlik Birimine Gelen veya Getirilen Çocuklar’ konulu bir rapor hazırladı. 81 ilde yapılan araştırmaya göre, 2008-2011 yılları arasında kaybolan çocuk sayısı 27 bini geçti. Bu çocuklarımıza ulaşılamıyor. Aynı yıllar arasında 13 bin çocuğumuz evinden kaçmış. Kayıp çocukların 16 bin 289’u kız çocuğu. Aynı yıllar arasında bulunan çocuk sayısı ise 5 bin 974. Kurumlardan kaçan çocuk sayısı da dikkat çekici. Kurumlardan, son 4 yılda 3 bin 227 çocuk kaçmış. Bunların bin 620’sini kızlar oluşturuyor. Bilmem daha ayrıntılmaya gerek var mı?

-Bir Uzak Düş’ün kurgusu ilkinden çok daha farklı... Bu yolu seçmenizin nedeni nedir?

Daha Vakit Var, geriye dönüşlerin olduğu bir romandı. Bir Uzak Düş ise ağırlıklı olarak “şimdi”nin romanı. Bunu bilerek yaptım çünkü anlatılanların geçmişte yaşanan acı olaylar değil şimdide yaşanan gerçek olaylar ve dramlar olduğuna dikkat çekmek istedim.

-Köyde kalan küçük kardeş Ömer’e karşı amcası ve ailesi çok hoyrat davranır. Öksüz ve yetime sahip çıkan bir toplum gibi görünmemize rağmen ciddi bir ikiyüzlülük hali de var sanırım bu meselede. Yanılıyor muyum?

Yanılmıyorsunuz. İnancında, kültüründe, geçmişinde öksüze, yetime sahip çıkma, onu incitmeme geleneğine sahip bir toplumduk. Ne oldu bilmiyorum, öksüze acıyanın çok, bir lokma ekmek verenin olmadığı bir cemiyet haline geldik. Yazım sürecinde yetiştirme yurdunda kalan kardeşlerimizle konuştuğumda “Vicdanları rahatlatan eşya gibi görünmekten bıktık. Bayramdan bayrama gelip, birkaç lira verip sonra da yüzümüze bakmayan insanları görmek istemiyoruz,” diyorlar. Ne acı bir durumdur bu. Onlar acınmayı değil anlaşılmayı, paylaşmayı istiyorlar hayata dair her şeyi. Ve ilginçtir o çocuklarımızdan hiçbiri bayramları sevmiyor! Bir gün sonrasındaki yalnızlıklar onlara en büyük zulmü yaşatıyor çünkü.

-Ömer’in yaşadıklarına rağmen hayata bağlılığı ve Allah’la olan irtibatı çok ilginç... Ömer’i bu kadar iyimser yapan nedir?

Ömer, bir arayış içinde. Dünyanın ve insanın kimsesizlere karşı bu kadar acımasız ve zalim olduğuna inanmak istemiyor. Bir çıkış yolu arıyor. Bir “Allah” var herkes ondan bahsediyor. Her şeyi O yapıyor. O’nun gücü her şeye yetiyor. İnsanlardan çıkar yol bulamayan Ömer, her şeye gücü yeten’e gitmek ve insanların kimsesizlere yaptıklarını anlatmak istiyor. Daha güzel bir hayat, daha şefkatli bir toplum istiyor. Allah, kötülüğün hüküm sürdüğü dünyada Ömer’in tek umudu.

-Romanlarınızda ‘yerel’ bakış çok dikkat çekiyor. Bu toprak ve kültürle olan bağınız edebiyatınızı ne ölçüde etkiliyor?

Yerelden kastınız yöresel yemekler, adet, gelenek ve göreneklerse bunlara dikkat ediyorum evet.  Çünkü hayatımız bu “yerel” in içinde şekilleniyor. Bireyi yaşadığı çevreden bağımsız düşünmek elbette mümkün değil. kahramanları yaşadıkları yörenin özellikleriyle anlatmaya çalışmam da bundandır.