Newroz manifestosu

Prof. Dr. Mesut Yeğen / İstanbul Şehir Üniversitesi Öğretim Üyesi
30.03.2013

Peki, bu kadar mı? PKK, bunlar karşılığında mı silah bırakmış olacak? Büyük ihtimalle, bu kadar. “30 senelik mücadele bunun için miydi” diyerek üzülen Kürtlerin ya da “Kürtler devlete teslim oldu” diye yerinen solcuların bu gerçeğe alışmalarında fayda var.


Newroz manifestosu

Öcalan’ın, otuz senelik kan banyosunu sonlandıracakmış gibi görünen tarihi ‘konuşması’ çoklarını ferahlattı, ama üzülenler, hayıflananlar, öfkelenenler de yok değil. “Bunca mücadele bunun için miydi” diyerek üzülenler, “Kürtler Ak Parti’nin yanına geçti” diyerek hayıflananlar, “memleket elden gidiyor” diyerek öfkelenenler çok. Buna mukabil, bu üzüntünün, kederin, öfkenin büyüyüp mevcut barış iklimine zarar vermesinin önüne geçmek isteyenler de kendilerini paralıyor: Kürtlere,”bakın Öcalan mücadele yeni başlıyor dedi”; (Kürtlere ve) solculara “Öcalan aslında yeni bir şey demedi”; milliyetçi-muhafazakarlara “görmediniz mi, Öcalan Misak-ı Millici, İslam medeniyetçisi olmuş” diyerek üzülenleri, hayıflananları, öfkelenenleri teskin etmeye çalışıyorlar. 

Öcalan’ın tarihi konuşmasını, Kürtler hayal kırıklığı duymasın ya da Kürt siyasetinin birliğine halel gelmesin kaygısıyla “Öcalan aslında yeni bir şey demedi” ya da “Öcalan mücadeleye devam dedi” diyerek yorumlamaya girişmenin anlaşılmaz bir tarafı yok; milliyetçi öfke büyümesin diye “Öcalan bizim dediğimize geldi, Misak-ı Millici, İslam medeniyetçisi oldu” demenin de. Ne de olsa, hayır sulhtadır, sulhta hayır vardır. 

Manifestonun muhatapları

Öcalan’ın 2013 manifestosu öyle de ya da böyle tevil edilebilir; öyle ya da böyle tevil edilmeye müsait, muğlak, çok-muhataplı bir metin. Muğlak, çok-muhataplı ve tevil edilebilir edilmesine ama şu da açık: Öcalan’ın Newroz manifestosu, basbayağı yeni bir metin, basbayağı yeni şeyler de söylüyor. PKK’yi, Kürtleri, Türkleri ve ‘uluslararası toplumu’ muhatap alan metin, PKK’ye ateşkes ve Türkiye dışına çekil daveti yapıyor, PKK’ye ve Kürtlere “silahlı mücadele bitti”, Türklere “demokratik özerklikten vazgeçtik, birleşelim, büyüyelim”, ülke-dışına da “PKK ve Kürtler artık Türkiye’nin müttefiki olacak” diyor. Üstelik de bütün bunları Kürtler için hiçbir şey almış ya da talep ediyor görünmeden diyor. 

Silahlı mücadeleden vazgeçmek, demokratik özerklikten cumhuriyetin demokratikleşmesine çekilmek, Türkiye’yle ittifak Öcalan’ın şimdiye kadar kullanmadığı mefhumlar olmadı malum. Öcalan’ı birazcık olsun izleyenler, PKK liderinin, başka birçok şeyin yanında bunları da hep söyleyegeldiğini, Öcalan’ın dilinin hep “ona da varım, buna da” dili olduğunu bilir. Buna rağmen, 2013 Newroz manifestosu yeni bir metin; birkaç özelliğinden ötürü. Evvela, Öcalan Kürt meselesini, savaşı ilgilendiren ana mevzularda bu kez ona da varım buna da demiyor ve fakat kararlar deklare ediyor: Silahlı mücadeleye son, demokratik özerkliğe elveda, Türkiye’yle ittifak. İkinci olarak, Öcalan tüm bu kararları Kürtler ya da PKK için hiçbir şey almış ya da talep ediyor görünmeden almış görünüyor. Üçüncü ve en önemlisi, Öcalan tüm bu kararları milliyetçi-muhafazakar ya da ‘yerli’ bir dille duyuruyor. 

Newroz manifestosunun bir kısım Kürtte “bunun için miydi” şaşkınlığına, bir kısım solcuda ise “Kürtleri yanlış bilmişiz” hayıflanmasına yol açmasının sebebi tam da bu yenilik. İşin doğrusu, Newroz manifestosu bir başına bu birkaç sayfalık metinden ibaret olsaydı, arkasındaki, önündeki süreç olmasaydı ve Diyarbakır’daki mevcutlu yüzbinlerce ve namevcut milyonlarca Kürdün önünde okunmasaydı,”bu PKK’yi silahsızlandırmayı ve Kürtleri, hiç bir hak vermeden, Türkiye’nin enerjik müttefiki kılmayı esas alan bir metindir” demek hiç de zor olmazdı. Daha da ileri gidip şu bile denebilirdi: “e, bu basbayağı bir Ak Parti metninden başka bir şey değil; Öcalan, MİT’in, Ak Parti’nin yazdığı metne imza atmış.”

Manifestonun zahiri

Newroz manifestosunun böyle bir zahire sahip olduğuna şüphe yok; ama manifestonun bu zahirden ibaret olmadığına da şüphe yok. Manifestoda görünenden başka ne var meselesine geçmeden evvel şunu hatırlatmam gerekiyor: Manifesto böyle bir zahire sahip olmasaydı, Öcalan posterlerinin dalgalandığı bir meydanda, milyonlarca Kürdün önünde okunması zaten hayal bile edilemezdi. Bu zahire sahip olduğu içindir ki, manifesto milyonlarca Kürdün önünde okunabildi. Milliyetçi, muhafazakar Türkleri celp etmeyi, onları sürece ikna etmeyi esas alan bir zahire sahip olduğu içindir ki bu manifesto olabildi. 

Manifestonun zahirinin ötesinde ne vara gelince: Dediğim gibi, manifestonun öncesi var, sonrası var, daha önemlisi, bir de biçimi var. Öncesinde var olan en temel şey aslında bir yokluk: ortada bir PKK yenilgisi yok. Ortada bir PKK yenilgisi olmadığına göre PKK’nin bu zahirdeki bir metne, bu yeni stratejiye evet demesinin, PKK’nin ikna edilebilmiş olmasının bir sebebi olmalı. 

Manifestonun öncesinde var olan ikinci bir şey de bölgede olan biten. Bölgede olan biten şu: Türkiye’nin doğu ve güney sınırlarının büyük kısmı Kürdistan ve Kürdistan’ın her parçası bir büyük istikrarsızlığın merkezi olmaya hazırlanıyor. Suriye Kürtleri yeni bir statünün eşiğinde, Irak Kürtleri ‘ayrılmayı’, İran Kürtleri ise ‘zamanlarını’ bekliyor. Kürdistan’ın her parçasındaki bu istikrarsızlık vasatı, hem Türkiye’yi, hem de Türkiye Kürtlerini ve temsilcilerini bir büyük karar anına doğru yaklaştırıyor. Kürtler Kürdistan’ın her yerinde 1. Dünya Savaşı sonrası statükoyu sonlandırmaya dönük kararlar almaya doğru evrilirken, Türkiye bu türden bir karar almaları durumunda Türkiye’dekiler de dahil, Kürtlere karşı ne yapacağına karar vermek durumunda. Basitleştirerek söylersem bölge vasatı, Kürtleri ve Türkiye’yi basit bir kararın eşiğine doğru sürüklüyor: Dost mu, düşman mı olunacak? Newroz manifestosunun öncesinde böyle bir karar anının yaklaşmış oluşunun hem devlet hem de Öcalan ve PKK tarafından sezilmiş olması var. 

Manifestonun önü, ardı, biçimi

Bu bölgesel vasatın PKK’nin Öcalan’ın önderliğinden mahrum kalmasının önünü açabilecek oluşu da manifestonun öncesinde olan bitenin içinde düşünülmeli. PKK kadar devletin de bu türden bir riski almak istemeyebileceğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Öcalan’ın önderliğinden özgürleşmek PKK açısından örgütsel bütünlüğünü sürdürememe riski demekken, devlet açısından da PKK’nin  şimdiye kadar takip ettiği birlikçi siyasetten uzaklaşma riski demek. 

Manifestonun bir de sonrası var: Hem PKK’nin hem de hükümetin söyledikleri ya da ima ettikleri şunu gösteriyor: Kürt meselesini ilgilendiren birkaç temel alanda anayasal değişiklik yapılmadan PKK’nin silahsızlanması gerçekleşmeyecek. Haddizatında, söylenenler ya da ima edilenler şuna işaret ediyor: Yeni anayasa esas olarak Ak Parti ve BDP uzlaşmasıyla yapılacak. 

Manifestonun önünde ve ardında bunlar var; ama en az bunlar kadar önemlisi manifestonun bir de biçimi var. İçeriğine bakmaktan biçim biraz gözden kaçtı ama Newroz manifestosu malum, mevcutlu yüzbinlerin ve izleyen milyonların önünde, bariz bir Öcalan/PKK yüceltimi eşliğinde okundu. Kestirmeden demek gerekirse, manifestoyu bu biçimde duyurmak, PKK’nin hem devlet hem de toplum nazarında Kürt meselesine kan taşıyan Kürtlerin esas temsilcisi olduğunun teyit edilmesi, meşrulaşması manasına geliyor. 

Şimdi soru şu: Newroz manifestosu, zahiriyle değil de, öncesiyle, sonrasıyla, biçimiyle birlikte okunduğunda ne diyor? Bence şunu: Kanın durmasının, PKK’nin yasallaşmasının, PKK’lilerin eve dönüşünün, demokratik özerkliğin değil ama daha kuvvetli, daha yetkili belediyelerin, anadilde eğitimin değil ama anadilde eğitimin yasaklanmamasının önü açılacak. 2014 başında, seçimler sezonu açılmadan önce, büyük bir ihtimalle PKK Türkiye’ye karşı silahsızlandırılmış, isteyen PKK’lilerin eve dönüş süreci başlamış, vatandaşlık tanımı değişmiş, daha güçlü belediyelere imkan veren ve anadilde eğitim yasağının kalkmış olduğu bir Türkiye’de olacağız. Öncesi, sonrası ve biçimiyle beraber okunduğunda Newroz manifestosu bunu duyuruyor. 

Bunun için miydi?

Peki, bu kadar mı? PKK, bunlar karşılığında mı silah bırakmış olacak? Büyük ihtimalle, bu kadar. Büyük ihtimalle, PKK bunlar karşılığında silah bırakmış olacak. “30 senelik mücadele bunun için miydi” diyerek üzülen Kürtlerin ya da “Kürtler devlete teslim oldu” diye yerinen solcuların bu gerçeğe alışmalarında fayda var. Siyaset denen işin en az iki taraf arasındaki bir iletişim, mücadele ya da müzakere olduğunu idrak etmek bu gerçeğe alışmayı kolaylaştırabilir. Hepimizin siyasetin, hele de demokratik siyasetin karşı tarafı, muarızı yok etmekten değil, tanımaktan geçtiğini bellememiz gerekiyor. Nitekim, bugün olan biten tam da bu. Bir bütün olarak barış süreci denen iş ama bilhassa ‘manifesto Newrozu’ devletin, Kürtleri ve PKK’yi tanıdığı, buna mukabil PKK’nin de devleti ve Ak Parti’yi tanıdığı bir süreç, bir moment oldu. 

Kaldı ki, tarafların yek diğerini tanıdığı bu yeni durum Kürtlerin hak talep etmesinin, yani aslında siyasetin önünü kapatmıyor; haddizatında belki bu taleplerin daha kolay ya da etkili bir şekilde duyurulmasının, dinlenmesinin önünü açıyor. Newroz manifestosunda benimsenen dil, bu dilin hayat bulduğu yeni paradigma belki de Kürtlerin şimdiye kadar mahrum kaldığı özyönetim ve kimlik haklarına daha kısa sürede, ama daha mühimi kan dökülmeden erişmesinin önünü açacak. Elbette, Kürtler isterse, arzu ederse, siyaset yapmaya devam ederse.

Öte yandan, bu yeni durumun, devletin ya da Ak Parti’nin PKK’yi, PKK’nin de devleti, daha yerinde bir ifadeyle, Kürtlerin muhafazakarları ve dindarları, dindarların ve muhafazakarların da Kürtleri tanımasının çok kıymetli bir tarafı var. Bütün bu olana bakıp şunu söylemek mümkün görünüyor: Galiba, Türkiye tarihinde ilk kez, temel toplumsal grupların ikisi sadece dikey olarak devletle müzakere, mücadele ederek siyaset yapmak alışkanlığına boş verip, birbirleriyle yatay bir ilişki de kurarak siyaset yapıyor, müzakere ediyor. 

Olur da bu işlerin içinden yüzümüzün akıyla çıkarsak Türkiye sadece barışa erişmiş olmakla kalmayıp yeni bir siyaset yapma tarzını da öğrenmiş olacak gibi.

[email protected]