Gezi olayları ve Gezi olaylarına güvenlik güçlerinin yanıt verme biçimi, siyasi iktidarın da benimsediği üslub sonrası AB merkezlerinden yoğun tepkiler, eleştiriler geldi.
Eleştirilerin ortak noktası böyle bir güvenlik devleti imajıyla, uygulamalarıyla AB üyeliğinin zor olacağı yönünde idi.
Türkiye’den de, hem Sayın Başbakan Erdoğan, hem de Baş Müzakereci ve AB Bakanı Sayın Egemen Bağış başta Alman Şansölyesi Sayın Angela Merkel olmak üzere AB sözcülerine çok ağır yanıtlar verdiler.
Türkiye’nin uzun vadede politik ve ekonomik istikrarının ve refah artışının AB sürecine büyük ölçüde bağlı olduğunu düşünen bendeniz de her iki tarafın da yaklaşımının ve üsluplarının çok doğru olmadığını düşündüm.
AB’nin de Türkiye’ye orta ve uzun vadede ihtiyacı var, Türkiye’nin da AB’ye ihtiyacı yine orta ve uzun vadede çok büyük.
Bu nedenden AB, şayet Türkiye’de bir demokrasi ve hukuk devleti açığı oluştuğunu düşünüyor ise bize daha dışlayıcı değil, tam tersine daha kucaklayıcı davranmalı, tüm müzakere fasıllarının hemen açılmasını sağlamalı, Türkiye’yi AB demokrasi ve hukuk devleti rayında tutmanın muhtemelen en gerçekçi ve etkin yöntemi bu.
Türkiye de, başta siyasi iktidarın sözcüleri, Sayın Başbakan, Sayın AB Bakanı olmak üzere, AB üzerinden iç siyasete sinyaller göndermekten vazgeçmeli diye düşünüyorum.
Bendeniz bu konuda bunları düşünüyorum ve bu tür diplomatik savaşlardan da anlamadığımı, anlamak da istemediğimi itiraf ediyorum, bu pozisyon alışlara da çok karışmak istemiyorum.
ANCAK, bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak daha iyi anladığım ve daha fazla müdahil olmayı isteyeceğim konular da yok değil.
Elimin altında geçtiğimiz haftanın gazeteleri var, bu gazetelerden 26 Haziran tarihli olanlarda hem AB konusu hem de bir gün önce toplanan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) haberleri beraber yeralıyorlar.
MGK toplantısı Haziran ayı olağan (!!!) toplantısı imiş ve bakın hangi konular ele alınmış yani hangi konular TBMM’nin seçtiği, bundan sonra da halkın seçeceği Cumhurbaşkanı, seçilmiş ve TBMM’den güvenoyu almış bir Başbakan ve bakanlar ile beş asker yani beş devlet memuru ile birlikte tartışılmış ve karara bağlanmış.
Bu konular MGK’da tartışılacak ve karara bağlanacak ise Bakanlar Kurulu ne iş yapar diye düşünmeden edemiyor insan.
Toplantıda öncelikle çözüm süreci ve son günlerde gelişen toplumsal olaylar ele alınmış ve değerlendirilmiş(!); buradan bendenizin anladığı kürt meselesi, toplumsal olaylar ve iç güvenlik konularının MGK’nın görev alanına girdiği.
Unutmayalım, yürürlükteki Anayasanın 118. Maddesine göre MGK’da Cumhurbaşkanı, siyasetçiler ve memurlarla beraber alınan kararlar Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu’na BİLDİRİLİYOR;Türkçeyi ve bürokrasiyi biraz bilenler “bildirmek” fiilinin nasıl, ne yönde bir hiyerarşi anlamına geldiğini çok iyi bilirler.
MGK toplantısında Irak ve Suriye’deki gelişmeler, Filistin meselesi ve Afrika konuları da ele alınmış; demek ki dış politika da MGK’nın kontrolünde.
Eski Türkiye yanlılarına göre buraya kadar bir mesele yok zaten; iç güvenlik, kürt meselesi, dış politika zaten eski Türkiye zihniyetinde MGK’nın konuları, bir de eğitim meseleleri gündeme gelse idi, liste tamamlanmış olacak idi.
AMA, MGK toplantısında kanımca eski Türkiyecileri bile şaşırtabilecek bir konu daha gündeme gelmiş, toplantının bir aşamasında Sayın Mehdi Eker, Tarım Bakanımız, toplantıya dahil olmuş ve gıda güvenliği konusu da ele alınmış; gıda güvenliği de bir güvenlik konusu olduğuna göre buna da şaşmamak lazım herhalde.
Bu kararlar Bakanlar Kurulu’na BİLDİRİLDİĞİNE (Anayasa Madde 118) göre benim aklıma takılan soru, hangi konuların Bakanlar Kurulunda masuscuktan değil gerçekten ele alınacağı konusu.
ŞİMDİ, elinizi vicdanınıza koyun ve gıda güvenliği konusunun dahi askerlerle konuşulduğu bir ülkenin AB sürecini yeniden değerlendirin ve Merkel’i de bir kez daha, daha yüksek bir sesle ve daha güçlü bir inançla Sarkozy’nin yanında balık tutmaya davet edin. Başlıkta kullandığım ifade, ABMGK umarım şimdi daha bir netlik kazanmıştır.