Gelecek üzerinde kafa yormak ve oyun kurucu olarak sahnede yer almak sanıldığından çok daha fazla çaba ve bir o kadar da sabır gerektiriyor. Hele bu alandaki rekabeti dikkate alırsak, hepsinden fazla cesarete ihtiyaç var.
Önceki gün Ankara’da Adalet Bakanlığı ve AK Parti Genel Merkezi’ne yönelik gerçekleşen saldırıları değerlendirirken, sadece Kürt sorununda gelinen kritik viraj üzerinden konuşmak yanlış değilse bile yanıltıcı olacaktır. Zira tüm bu hadiselerin özellikle son yıllarda ortaya çıkan ‘oyun kurucu Türkiye’ arayışıyla ve bunun uyandırdığı rahatsızlıkla doğrudan ilgisi var.
Dilerseniz bir örnekle bakalım. Suriye’de şu anda yaşanan olaylarda ve muhtemelen bu ülkenin yakın geleceğinde birinci derecede rol sahibi olan aktörlerin hemen tamamı şu sıralarda Türkiye ile açık bir işbirliği içindeler. Bu bir bakıma Ankara’nın bölgesel ölçekteki meydan okuyuşunun yansıması. ‘Suriye’nin geleceğinde ben varım’ diyor ve bu alanda rekabet ettiği güçlerin pek de sıradan olmadığını hepimiz biliyoruz.
İçeride taşeron olarak hangi örgüt kullanılmış olursa olsun, asıl önemli olan bu hamlenin bölgedeki çetin rekabetin ve çatışmanın bir ifadesi olması. Sadece mevcut müzakere denklemine sığmayacak kadar büyük bir resim bu.
***
Oyun kuran ve bölgenin geleceğinde söz sahibi olmak isteyen bir ülkenin, kendi iç sorunlarıyla boğuşması herhalde rakiplerinin arayıp bulamayacağı bir fırsat olsa gerek.
Ne yazık ki siyaset başta olmak üzere çok geniş bir alanda hızla iç sorunların girdabına kapılabiliyoruz. Dahası birileri ısrarla ve inatla terör ve Kürt sorununu, bir iç sorundan ibaret görüyor. Yetmezmiş gibi bir de sorunun çözümü için atılan adımları ‘ihanet’ yahut ‘ülkeyi karanlığa götürmek’ gibi suçlamalarla engellemeye çalışıyor.
Ankara’da gerçekleşen saldırıları, sürecin önünü kesmeye yönelik bir hamleden çok ‘korku atmosferi’ yaratma çabası olarak görmek daha gerçekçi olur. Elbette devam eden görüşmeler, müzakere, terör, Kürt sorunu, yeni anayasa ve toplamda ‘Yeni Türkiye’ üzerine odaklanan her tartışma, bir tarafıyla tedirginlikler oluşturabiliyor.
Ancak bir yandan bunların giderilmesi, diğer yandan da sürecin kararlılıkla devam etmesi Türkiye’nin artık varoluş kavgası haline geldi. O nedenle bu tür girişimlerin toplumu bir korku tüneline sokmasına izin vermeden, sakin ve kararlı adımlarla yola devam etmek gerekiyor.
2010 referandumu ve 2011 seçim sonuçları çok açık biçimde toplumun geniş kesimlerinin çözümle ilgili iradesini ortaya koydu. Bu iradeyi temsil edebilmek ve sahaya yansıtabilmek için bu tür operasyonların hangi hedefe yöneldiğini de doğru okumak şart.
***
Bombalı saldırıların yöneldiği iki adres, elbette bir yönüyle devam eden kritik sürecin hedef alındığını gösteriyor. Ancak daha fazlası olduğunu unutmadan, üstelik bu fazlanın bölgesel ölçeğin de ötesinde karşılık bulduğunu ihmal etmeden.
İddia sahibi olduğunuz sürece, her bakımdan beklenmedik saldırı ve operasyonlara açık hale gelmeniz mukadder. En kötüsü bu tür olayların gölgesinde kamuoyunun sahte korku tünellerine girip gerçekten uzaklaşması.
Gerçek bunlardan çok daha büyük ve bu defa ona sandığımızdan çok daha yakınız. Kararlı, cesur ve oyun kurucu bir Türkiye’nin çözüme bu kadar yakınken ‘derede boğulması’na izin vermeyelim.