Tamam arkadaşlar, “dış güçler”, “faiz lobisi”, “muhayyel kötücül odaklar” müthiş bir mavra fırsatı sunuyor.
Topu istediğiniz alanda dolaştırabilirsiniz.
Harika espriler üretebilirsiniz.
Yapılan muz ortayı tam doksandan ağlara çakabilirsiniz.
Ben de olsam, bu fırsatı kaçırmazdım...
Bir de “yedirmeyeceğiz” lafzı var ki, espri üstüne espri patlat.
Müthiş velut bir konu...
O zaman diyecekler ki, “Bu kuşak farklı. Bu kuşak esprili... Bu kuşak zeka patlaması yaşıyor... Bu kuşak 90 kuşağı... Bu kuşağı anlayalım...”
Ünlü siyaset bilimci Ruşen Çakır öyle diyor... Laf kalabalığına boğduğu yazısında, “Asıl bu kuşağı anlamazsanız Başbakan’ı yedirirsiniz” demeye getiriyor.
Tehdit mi, tespit mi?
Belli değil.
Evet, bu kuşağı anlayalım.
Mizah dergilerinden ve sözlüklerden “aparılmış” esprilerde keramet vehmedelim... “Kes sesini Tayyip” ve “O... Ç... T...” pankartları karşısında kasıklarımızı tuta tuta gülelim, “Ne yaratıcı, ne esprili çocuklar... Böylesi gelmedi, gelmeyecek” diyelim.
Elbette zeka ürünü espriler de var, “Kahrolsun bazı şeyler” gibi.
Bunları da alıp başımızın üstüne koyalım...
Fakat, sizin esprili ve zeki çocuklarınızın zaman zaman müstekreh sınırlarını zorlayan nihilistik karşı çıkışları “gerçeği” değiştirmiyor ne yazık ki.
Gerçeğin ne olduğunu, siz bizden iyi biliyorsunuz.
Bu ülkede “masum eylemler”in, ne tür kuşatmalarla hedef ve mecra değiştirdiğini 31 Mart’ta gördük, 28-30 Nisan eylemlerinde gördük. Özal’a yönelik “alışamadım” kampanyasında gördük.
Bunlar yokmuş gibi davranabilir misiniz?
Bir Başbakan asıldı.
Bir Başbakan zehirlenerek öldürüldü.
Bunlar olmadı mı?
Sonuncusunun (Erdoğan’ın) başına getirilenleri, bizzat yaşayarak tecrübe ettiniz... Sizler de o işin (yani “yeme” ameliyesinin) birer parçası, birer neferi, birer uygulayıcısıydınız.
Partisi kapatıldı.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan indirildi.
Hapse atıldı.
Neredeyse her sözü, her davranışı, her çıkışı “tecziye nedeni” sayıldı.
Üzerine haksız mahkeme kararları salındı.
Siyasi yasaklı haline getirildi.
Sevinç naraları eşliğinde “muhtar bile olamayacağı” ilan edildi.
Son dakika kararıyla “milletvekili listesi”nden çıkarıldı.
Başbakanlık hakkı elinden alındı.
Darbelerin hedefi haline getirildi.
Karşısına “Yakamoz”lar, “Sarıkız”lar, “Ergenekon”lar, “Balyoz”lar ve sair şebekeler çıkarıldı.
E-muhtıralarla, y-muhtıralarla baskı altına alındı.
Çıkardığı yasalar yok sayıldı.
Büyük oy çoğunluğuyla Meclis’e girmiş partisi hakkında “kapatma davası” açıldı.
Suikastlerin hedefi haline geldi.
Bunlar olmadı mı?
Efendim, bütün mesele “nezaket” ve “nezahet”miş...
Başbakan, halka tepeden bakan aşağılayıcı, küçümseyici ve tahkir edici üslubunu değiştirmediği için başına bunlar geliyormuş... Sorun sadece “dil ayarı”ymış.
Menderes’ten daha nezahetlisi, daha nezaketlisi var mıydı?
Celladına bile “Arz ederim beyefendi” diyecek kadar alçak gönüllüydü.
Üstelik içki içerdi.
Kavlinizce “zamparalık” yapardı.
Denilebilirse, sizden biriydi.
Böyle bir adamı bile astınız. Allah’tan korkmadınız.
Bırakın “dış güçler”, “faiz lobisi”, “muhayyel kötücül odaklar” üzerinden mavra çevirmeyi de, “Biz nasıl vahşi yaratıklarmışız ki, insanlar hâlâ şerrimizden emin olamıyor” diye empati yapın, “öteki”ni anlamaya çalışın.