Türkiye, kendi imkanlarıyla yaptığı GÖKTÜRK-2 uydusunu Uzay’a yolladı. Teknolojide “dışa bağımlılık”tan çok çekmiş bir toplum için, “yerli imkanlarımız”la yaptığımız bir atılımın anlamı elbette çok büyük. Ne yazık ki Türkiye için uzak bir hayalden öteye gidemeyen Uzay araştırmaları yolunda atılan bu adım, Ortadoğu Teknik Üniversitesindeki hepimizi utandıran anlamsız olayların gölgesinde kaldı. Uzun yıllar “Tam Bağımsız Türkiye” sloganının evi olan ODTÜ, yerli birikimle ulaşılmış bu teknolojik kazanıma destek olacağı yerde, “Bilimi satmayacağız” pankartını açtı. Kimse onlardan bir şey satmalarını beklemiyor, üniversiteler bilim gardiyanlığı mekanı da değil öte yandan.
***
Beni asıl kaygılandıransa, gençlerin hayata dair merak edecekleri bir şeyin kalıp kalmadığıyla ilgili... Yörük Ali ve zeybek folklorü elbette değerlidir ama hiç mi merak etmezsiniz yıldızları?
Acaba nasıl gözükür Dünya Uzaydan bakınca? Aşağılardaki koşuşmacalarımız, kavgalarımız, o çok önem verdiğimiz işlerimiz, savaş ve barış, zafer ve yenilgilerimiz, boyumuz posumuz mesela nasıl görünüyor acaba uzaklardan bakınca? 500 taban puanı veya 5000 polis diyor CHP... Evrende esamesi bile okunmayacak şeyler listesinde, acaba kaçıncı sıradadır bahsettikleri?
Peki ya insan? Bu kadar küçük olduğu halde bu kadar büyük ve önemli hissettiğimiz, başka ne vardır evrende?
Uzay, dünyaya has inşa ettiğimiz tüm disipliner perspektiflere kıskıs gülen bir ihtiyar! Evrenin %97’sini hala bilmiyoruz. Bundan 15 yıl önce güneş sistemi dışında neredeyse hiçbir gezegeni tanımıyorduk, şimdiyse iki haftada bir yeni gezegenlerin fotoğrafları geliyor gökten...
***
GÖKTÜRK-2 Uzay’a yollandığı gün, ben Uzay hakkında kendi zavallı macerama göz attım mesela.
İlk gününden beri “Star Wars” resmi biriktirmiş benim gibi birisi için “Uzay”, hayranlığın ve merakın yanısıra, büyük bir üzüntüler kaynağıdır da aslında. Üzüntüydü çünkü uzaktı, hayaldi, mesafeydi, içecek ayranı yokken tahtırevan özlemiydi Uzay bizim nesil için... Ellerin Neil Armstrong’unu, ancak film aralarında seyreden bir topluma Uzay, olsa olsa karikatürlerdeki “Astronot Niyazi”ydi. Veya evlerin içine uçağıyla dalış yapan Şener Şen karakteriyle bağımlıydı bizde uçmak ve uzay. Deliliğe, uçukluğa yakın bir şey...
Buna bizi kim mahkum etti bilmiyorum. Uluğ Bey’in çizdiği dünyanın ilk astronomi cetvellerinden Ziyc-i Ulugi’yi nerede unuttuk? Niçin Uzay dendiğinde, CHP’nin aklına derhal zeybek oynamak, ODTÜ’nünkineyse molotof geliyor ilkin, niçin?
Fukaralığımızdan mı, çok kanıksadığımız o az gelişmişlik bilinci mi, bilimsel kifayetsizliğimiz mi, astronomiyle ilgili kadro sorunları mı veya genetik bazı engellerimiz mi vardır “Uzay”la aramıza koyduğumuz imkansızlık klişesinde?
Nedir bu Uzay dendiğinde derhal boğulduğumuz istihzanın kökeni? Kim kırdı bizi, kim bu kadar dövdü, kim korkuttu da Uzay der demez, moralimiz bozuluyor? Bıçak, kasatura, molotof artık ne bulduysak kuşanıp, “Uzay” diyen adama kalkışıyoruz. Niçin?
***
AB ülkeleri, uzay araştırmaları için 4 milyar euroluk bir bütçe ayırıyorlar. Avrupa Uzay Ajansı 20 ülkeden oluşuyor. (İsviçre ve Norveç AB üyesi değil). Tahminen her Avrupalı yılda 10 eurosunu Uzay araştırmaları için ayırıyor. Ajans Genel Direktörü J.J Dordain, uzay araştırmalarının amaçlarını; dünyanın geleceğiyle ilgili bilgiyi zorlamak, bilimsel teknolojik rekabet ve meteorolojiden güvenliğe kadar insanlığa hizmet olarak açıklıyor. İster destekleyin isterseniz benim gibi küreselleşmeye dair parantezleri olan septik birisi olun fark etmez... Küreselleşmeyle ilgili karşılaşmamızda, yolumuz muhakkak uzaydan geçecek.
Bazıları zeybek oynamakta ısrar etse de, Dünya dönüyor çünkü...