İki aylık yoğun çalışmalardan sonra, Akil Heyet olarak raporlarımızı sunmak üzere bugün Dolmabahçedeyiz.
Kime sunulacak bu raporlar?
Bizleri heyet olarak toplumsal barış iletişimine kimdi davet eden?
İki aylık süreçte, gönüllülük esasına dayalı olarak işleyen bu yoğun temasların ulaşımdan güvenliğine kadar alt yapısal koordinasyonunu kim sağlamıştı?
Gerek ilk heyet toplantısında gerekse ara değerlendirme oturumunda katılımcıları tek tek dinleyip, soruları ve cevaplarıyla bizzat notlar tutup, kimdi yol haritasını titizlikle ve katılımcılıkla çizen?
1.Cevap: Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan çözüm sürecinin mimarıdır.
2.Cevap: Raporlar siyasete, devlet aklına sunuluyor.
3.Cevap: Geniş anlamıyla; TBMM’deki vekillerden ibaret olmayan, tüm asillerin ve gerçek kişilerin tarafı olduğu, hiçbir etnisite ve inanç farkı gözetmeden tüm yurttaşların, sosyolojik anlamıyla “millet”in, desteği, muhalefeti, endişesi ve umuduyla hepimizin, etrafında toplandığı “yeni siyaset”ten, beraberce kurmaya çalıştığımız bir çözüm sürecinden bahsediyoruz...
Siyasette, asiller (halk) ile vekiller (milletvekilleri) arasındaki temsil ilişkisi, karşılıklı, katılımlı, geliş gidişli bir tür tecelli, tezahür anlamındadır da aynı zamanda. Dolayısıyla çözüm sürecinde Başbakan Erdoğan’ın daveti, her ne kadar “saati kuran kişi” pozisyonunda olsa dahi, toplumun barış çözümüne dair beklenti ve arzusunun siyaseten en üst yöneticide tecelli etme halidir. Kendisi zorlu barış sürecinin başlatıcısıdır, bu büyük vazifeyi öncelikle ona ve saniyen diğer aktörlere takdim edense, toplumsal meşruiyettir. Ki CHP ve MHP’nin sergilediği menfi tavır veya halk nazarındaki endişeler bile, mezkur toplumsal meşruiyetin bir parçasıdır. Hepimiz, çözüm süreci masasının etrafındayız. Çözümü siyasetin dışındaki vesayet güçlerinde değil, muhtemel tüm risk ve hasarlarına karşın birlikte üreteceğimiz, konuşmaya ve işitmeye dayalı yeni siyaset diliyle, birlikte var edeceğiz.
***
Bu bağlamda BDP’nin barışı ve çözümü destekleyen duruşu elbette önemlidir, tarihidir. Lakin sürekli Hükümet üzerinden dile getirilen “barış diline riayet” konusunu BDP de özeleştirel anlamda gözden geçirmelidir diye düşünüyorum. Geçen günkü “2.aşamaya geçilmiştir” deklarasyonunu da bu minvalde süreç hakkında bir patronaj kaygısı olarak okuyanlar, haksız değiller. Bu taktirde soru şu halde geliyor önümüze: “Barış süreci Hükümetle BDP arasında mı işliyor?” Eğer dikkatsizce ve eski/beylik politik iştahlar üzerinden gidilirse, bu şekilde bir daraltma, barış sürecine dair endişe ve güvensizlikleri arttırır.
Çözüm sürecinin; çatışmasızlık, demokratikleşme, sosyal barış (normalleşme demiyorum ben buna) gibi içiçe aşamalarla yürüyecek uzun ve sabır isteyen bir yol olduğunu hatırlayarak cevap verelim bu soruya. Son 30 yıllık çatışma devlet ve örgüt arasında gerçekleştiği için, bahsedilen çatışmasızlık aşamasının taraflarından birisi, zaruri olarak şu anda silahlarını bırakarak geri çekilen güçtür. Bunu, istihbarat, emniyet ve güvenlik güçleri koordine ediyor. Ama çözüm süreci, salt anlamıyla terör ve güvenlik hadisesinden ibaret değil. Dolayısıyla demokratikleşmeye dair atılacak adımları çatışmasızlığın bir karşılığı olarak lanse etmek apaçık bir vicdansızlık olur. Türkiye’de hepimizi ilgilendiren başta yeni anayasa ve hukuki mevzuatta birey hak hürriyetleri lehine yapılması gereken değişimler gibi önemli kavşaklar var aşmamız gereken. Dolayısıyla özellikle BDP’nin “ödeşmeci dil”den kaçınması gerekiyor.
Çözüm Sürecinde Doğu’ya dair izlenimlerimi, halkın mesaj ve taleplerini; adalet, eşit yurttaşlık talepleri ve siyasete güvenilirlik gibi 3 ana başlıkta topladım kişisel raporumda. Doğu Grubunun nihai raporunuysa Başkanımız Can Paker sunacak.