Bir kuruluş Hasan Cemal’e “Vicdan ve Dürüstlük Ödülü” vermiş...
Bu kuruluşun ismi, “Hardvard Üniversitesi Nieman Gazetecilik Vakfı...”
Paralelci arkadaşlara sorarsanız (sormadık ama onlar yayın yapmakta gecikmediler), “Dünyan en prestijli kuruluşlarından biri”ymiş.
Bu prestij nereden geliyor?
Bilmiyoruz...
Şunu deselermiş daha iyi olurmuş: Hasan Cemal, bu ödülü almak suretiyle, ilgili kuruluşu prestijli hale getirdi.
Mümkündür...
Nasıl ki Orhan Pamuk, ödüllendirilmek suretiyle Nobel’e itibarını iade etti, Hasan Cemal de böyle bir rol ifa etmiş olabilir.
Olamaz mı?
Fakat bir “haksızlığı” da telafi etmek lazım: Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz, Orhan Pamuk büyük bir romancıdır. Hatta, en önemli romancımızdır. Aldığı ödül anasının ak sütü gibi helal olsun...
Hasan Cemal nedir?
Mühim bir gazeteci midir?
Hakkaniyetten ve vicdandan yana bir insan mıdır?
Darbe desteklemek ve (kendi ifadesiyle) “üst düzey” generallere mikrofonluk yapmak dışında ne yapmıştır, hangi “gazetecilik başarıları”na imza atmıştır?
Madem “Vicdan ve Dürüstlük Ödülü” Hasan Cemal’e verildi, “vicdan” ve “dürüstlük” görüngesinden bakarak bu gazetecinin bazı tutumlarını masaya yatıralım.
Bakalım ne görünecek?
Bakıyoruz ve şunu görüyoruz:
Bu adam hiç dürüst değil... Ne okurlarına dürüst davranmış, ne kamuoyuna, ne de çevresine...
Hatırlarsanız, “Beni Milliyet’ten Erdoğan attırmadı” demişti ve bazı spekülasyonların önünü kesmişti...
Sonra ne olduysa oldu, “Beni milliyet’ten Erdoğan attırdı” moduna geçti.
Ne olduğunu, dürüstlük ödülü sahibi Hasan Cemal anlatsın.
İşin “vicdan” boyutuna girmiyoruz bile... Neredeyse desteklemedik darbe bırakmamış bir “vicdan ehli”nden bahsediyoruz...
Kaydedilmiş tek başarısı seçilmiş siyasileri “Menderes’in akıbetiyle korkutmak” olan bir gazeteci ve bu gazetecinin vicdanı... Komik bile değil.
Devam edelim o halde “vicdan” bahsine:
Öcalan yakalandığında “Yaşasın kahraman Türk Ordusu” diye alkış ve tempo tutan bu adam, bir süre sonra “Öcalan’cı” ve “PKK’cı” kimliğiyle çıktı karşımıza. Öcalan muhatap alınmalıydı, bir an önce barış yapılmalıydı.
Tam da dediği şey oldu; Öcalan muhatap alındı, barış ihtimali belirdi. Bu kez dağlara taşlara vurdu kendini, ziyaret ettiği gerile yöneticilerini “Bu Tayyip var ya... Sizi satacak. Sakın silah bırakmayın” diye ayartmaya başladı.
Bu adama “Dürüstlük ve Vicdan Ödülü” veriliyor.
Demek ki, “dışarı”da taltif görmek için, “yalancı” ve “vicdansız” olmak gerekiyormuş.
Bir önerim var:
Bir sonraki ödül Murat Belge’ye verilsin...
Cemaatin operasyon gazetesinde “demokrasi” diye atıp tutan bu değerli profesörün en önemli özelliği, olmayan “içki yasağı” ve yapılmayan konuşmalar üzerinden “yüksek siyasi analizlere” girişmesi... Bu işi iyi biliyor ve yalan söyleme konusunda Hasan Cemal’den daha mahir.
Önceki gün bir yalanını daha yakaladım.
Son operasyondan bahisle şöyle diyordu: “İktidar cephesinin iddiasına göre, gözaltına alınan otuz küsur kişi hükümete karşı darbe girişiminde bulundukları için derdest edilmiş durumda.”
İktidar cephesi bunu ne zaman iddia etmiş?
Nerede iddia etmiş?
Hangi sözcüklerle, hangi cümlelerle, hangi ifadelerle?
Mağdur edildiklerini düşünen bir grup vatandaşın (“Tahşiyeciler” olarak nitelenen grubun) başvurusu üzerine başlatılmış bir “soruşturma”, nasıl oluyor da “darbe soruşturması”na dönüşüyor?
Murat Belge bunu nasıl başarıyor?
Dahası, yalan söylemeye utanmıyor mu?
Bu nasıl bir “Erdoğan nefreti” ki, karnının şişi bir türlü inmiyor ve birikimleriyle elde ettiği saygınlıktan vazgeçmeyi göze alabiliyor?