Eylemciler camide içki içti mi?
Hürriyet yazarları, camide içki içilmediğini kanıtlamak için adeta kendilerini paralıyor.
Başbakan da, gittiği her yerde, bu iddiayı tekrarlıyor.
Biliyorsunuz, ilgili camide görev yapan müezzin “içki içildiğini görmedim” diye açıklama yapmıştı. Bu açıklama, daha önce, Yeni Şafak gazetesi yazarı Süleyman Gündüz’ün köşesinde de dile getirilmişti. Burada problem yok.
Müezzin, en azından orada bulunduğu saatler içinde içki içildiğini görmemiş.
Buradan, “müezzinin görüş alanı dışında içki içilmiş olabilir” sonucunu çıkarabilir miyiz?
İsteyen çıkarır, isteyen çıkarmaz.
Ben bu konuda müddei değilim.
Başbakan ısrarla “içki içilmiştir” diyorsa, illa ki elinde bu görüşünü destekleyen görüntüler ya da bilgiler vardır.
Fakat daha önemli bir meseleyi ıskalıyoruz bence.
O gün öyle görüntülere tanık olduk ki, “içki içildi mi içilmedi mi” tartışması, bunun yanında tali bir mesele olarak kalıyor.
Kendisini “hayır, içki içilmemiştir” görüşünü kanıtlamaya adayan Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, görüşünü sağlamlaştırmak için şöyle akıl yürütüyordu: “İnsanın birazcık aklını kullanması, bu iddianın nasıl palavra olduğunu ve o ezik teneke kutunun oraya sırf provokasyon için konduğunu bulmasına yeterdi oysa. Ağır gaz saldırısına maruz kalmış, yaralanmış insanlar can havliyle camiye sığınırlarken yanlarında bir de âlem yapmak için bira mı getireceklerdi.”
İki hususun altını çiziyor Mehmet Yakup Yılmaz:
BİR- O ezik kutu birileri tarafından sırf provokasyon için oraya konuldu.
İKİ- Can havliyle kaçışan insanlar camide alem yapmayı düşünmezler.
İyi de o boş kutunun provokasyon için oraya konulduğunu nerden biliyorsun?
Elinde bir kanıt ya da görüntü var mı?
Hadi “provokasyon için konuldu” diyelim.
Camiye can havliyle sığındılar ama iki buçuk saat boyunca şallak mallak, ellerini kollarını sallayarak dolaştılar.
Bütün bantlarda görülen şuydu:
Kimi yaralılara yardım ediyordu. Kimi elinde sigarayla dolaşıyordu. Kimi bağdaş kurmuş arkadaşıyla sohbet ediyordu. Kimi minberde geziniyordu. Kimi şekerleme yapıyordu. Ayaklarındaki postalları (yahut ayakkabıları) çıkaracak zamanı bulamadılar mı? Niçin bu aleni saygısızlığı kimse görmüyor?
Hadi diyelim ki, ağır gaz saldırısına maruz kalmış, yaralanmış insanlar can havliyle camiye sığınırlarken yanlarında bir de içki getirmezler.
Camide eğleşen neredeyse 100 kişinin 30’u beyaz önlükle dolaşıyordu.
Bu kadar doktor nereden çıktı?
Her 70 eylemciye 30 doktor... Nerede bu bolluk?
Sırtında haç işareti taşıyan “sağlık görevlisi” kimi temsil ediyordu?
O kadar serum, o kadar tentürdiyot şişesi, kolilerce sargı bezi ve sağlık gereci nerden geldi?
Can havliyle kaçışan insanlar bunca malzemeyi nasıl temin ettiler?
İşte efendim, doktor bellediklerimiz, eyleme katılan Tıp Fakültesi öğrencileriymiş.
Tıp fakültesi öğrencileri eyleme beyaz önlükle mi gider?
Sargı beziyle mi gider?
Hayır, öyle değilmiş... Cami, “istikbaldeki yaralıları tedavi etmek amacıyla” önceden sağlık merkezi olarak tasarlanmış...
İyi de, bu kadar yaralı olacağını nerden biliyordunuz?
Sağlık merkezi olarak tasarlanmış camide, dünyaya yayın yapmak üzere kurulmuş “film seti” neyin nesiydi?
Niçin içeride sadece Reuters ve Doğan Haber Ajansı kameraları vardı?
Eylemcilerden biri “10 gün buradayız” diyordu. Adli Tıp doktoru olduğunu öne süren biri de, Reuters kameralarına “Kimyasal silahlarla saldırıya uğradıklarını” söylüyordu.
Hangi sufle onları böyle konuşturdu?
Mesele, “içki içildi mi, içilmedi mi?” tartışmasını aşıyor gördüğünüz gibi.
Camideki görüntüler, ortada ciddi bir hazırlığın (işin içinde yabancıların da bulunduğu mide bulandırıcı bir organizasyonun) bulunduğunu gösteriyor.
Sağlık merkezi olarak tasarlanmış caminin, eylemciler tarafından düşürülmek istenen Başbakanlık Ofisi’nin hemen yanında olması, işi daha da derinleştiriyor.
İşin biraz da bu yönüne baksak diyorum...