İki kere iki dört: İmralı görüşmelerinin “sızdırılması” ve editoryal işleme tabi tutulmadan yayınlanması, barış sürecine yönelik mevzun bir provokasyondur...
Oslo’da yapılmak istenen şey denenmiştir.
İlk deneme, deneme sahiplerinin (kimlerse onlar) elinde patladı.
Maksat, Erdoğan’ı itibarsızlaştırmak ve PKK’yla işbirliği halinde göstermekti.
Bilakis, elini taşın altına koyan ve çözüm iradesi gösteren Erdoğan kazandı.
İkinci denemeden de sonuç çıkmayacaktır.
Kaybetmesi istenenler kazanacaktır.
Burada, “İmralı görüşmelerini kim sızdırdı?” sorusu önem kazanıyor tabii.
Hükümet canibinden, “Doğruluğu teyit edilmemiş metin... Motamot konuşmaları yansıtmıyor. Tutulmuş notların kırıntısından ibaret ham bir metin” şeklinde açıklamalar geliyor ama belli ki benzeri (ve yaklaşık) şeyler konuşulmuş...
Bu tutanakların Öcalan’a tahayyülümüzün de ötesinde bir güç ve önem atfettiğini düşünürsek, bir Mahir Kaynak edası kuşanarak, “O halde BDP’liler sızdırmıştır” diyebilir miyiz?
Böyle diyenler oldu.
Kimileri “MİT içinde MİT var... Onlar sızdırmıştır” dedi.
Kimileri, ismi çok az duyulmuş bir genel yayın yönetmenini işaret etti.
Kimileri de “tutanaklar dağdan geldi” yorumunu yaptı.
Dağa nasıl gitti? Bilmiyoruz.
Bu arada BDP’lilerin “gevezeliğine” atıf yapanlar da var.
Barış sürecinin başlamasını BDP’nin “mutlak zaferiymiş” gibi sunan kimi müntesipler neredeyse her spekülasyona atlıyor, uzatılan her mikrofona konuşuyor, akıllara seza her türlü yorumu yapıyor ve bazen ortaya tahammülfersa bir görüntü çıkıyor.
Sakin olmayı ya bilmiyorlar ya da denemek istemiyorlar.
Hülasa, “sızıntıyı”, bütün bu görüşmelere riyaset eden MİT bulup ortaya çıkaracak.
Şimdilik kesinlik kazanmış husus, bu “sızdırma”nın ya da ham neşriyatın, provokasyon amaçlı olduğu...
Bu “bilgi”nin kesinliğine dayanarak şöyle genel geçer bir temennide bulunabiliriz o halde:
Bu tür süreçler zorlu ve sancılıdır.
Provokasyona gelmemeli, itidali elden bırakmamalı ve soğukkanlı olmalıyız.
HAMİŞ:
Hani, “etik abi” havalarında dolaşan bir zatı muhteremin, “Günümüz Türkiye’si ve medyasının Hitler Almanya’sıyla bir konuda benzerliği var” sözüne karşılık, “andıç” olayındaki rolünü hatırlatmıştım.
Ünlü andıç (yani “karargâh çalışması”), Hürriyet ve Sabah’a manşet olmadan önce, Uğur Dündar’ın Kanal D’deki “Arena” programında yayınlanmıştı. Haluk Şahin de “Arena”nın “yayın danışmanı”ydı.
Günümüz Türkiye’sini Hitler Almanya’sına benzeten ve birtakım ulusalcı gönüllerde taht kuran Haluk Şahin, meslektaşlarını suç örgütlerine hedef gösteren bu belgenin yayınlanmasına engel olmadı, “Ne oluyoruz?Hitler Almanya’sına mı benzemeye başladık?” demedi.
Ne yaptı?
Sustu.
İki gündür “bilgi yağıyor” değerli gazeteci hakkında.
Meğer Nokta dergisi basılırken de susmuş.
Kayıtlara geçsin...
Hani, “Darbe Günlükleri”ni yayınlayan Alper Görmüş’ün yönetimindeki Nokta dergisi basılmış, tüm bilgisayarlarına el konulmuş, derginin sahibi de kepenk indirmek zorunda kalmıştı ya... Hitler Almanya’sına rahmet okutan bir manzaraydı...
Haluk Şahin bu olaya da tepki göstermedi.
Ne yaptı?
Hep yaptığı şeyi yaptı.
Sustu...