Hırsız... Ayakkabı kutusu... Acem uşakları... Sarıgül’le maklube keyfi... Kemal geliyor, Kemal... Helikopter hazırladı, kaçacak... Seçimi bile göremeyecek... “Yargının buz gibi aklı devreye girecek, bazı kelleler düşecek...”
Bu sloganlarla seçim kampanyası yürüttünüz.
Daha doğrusu, nafile bir hevesin peşine düştünüz.
Kaybettiniz.
Siyaset mühendisliğinin sonuç vermediğine/vermeyeceğine ilişkin mebzul miktar örnek varken üstelik...
Bu saatten sonra “Kim kazandı?” sorusuna odaklanmanın bir anlamı var mı?
Mümtazer muhteremi gibi, eyyama yatıp, “Halk kazandı” da diyebiliriz. Haklı çıkarız.
Her defasında halk kazanır zaten ve verdiği mesajla siyasetin istikametini belirler.
Kim kaybetti? Siz asıl ona bakın.
Seçimlerin “kronik kaybedeni” CHP’nin bir kez daha kaybettiğini görmek sürpriz olmadı. Faulkner’ın “Lanetliydi...” diye başlayan cümlesinden tornistan ederek söylersek, “Kaybedecekti ve bunu da biliyordu...”
Halkçı ve solcuymuş gibi yapan ama halkla ve solculukla kesişmeyen politikaların mümessili bir parti için en tabii sonuçtur bu... Kaybedecektir ve ülkenin huzuru için kaybetmelidir de.
Bu partinin genel başkanı, elinde birtakım “illegal kayıtlar”, grup toplantılarıyla miting meydanları arasında mekik dokuyup durdu. Yeni ve orijinal hiçbir şey söylemedi. “Beledi hizmetlere” ilişkin, ağzından bir tek laf çıkmadı. “Nasıl olsa birileri bir yerlerden bir kaset uydurur, çıkıp onun üzerine konuşurum” rahatlığıyla davrandı. Felaketine, İstanbul sermayesinin ve paralel yapının umut bağladığı Mustafa Sarıgül’ü de ortak etti. Topyekûn battılar...
Madem “kaybedenler”den başladık, devam edelim o halde.
İstanbul sermayesi de kaybetmiştir...
Sivil toplum örgütleriyle, TÜSİAD’ıyla, odalarıyla, vakıflarıyla, sendikalarıyla, çapulcu işadamlarıyla bütün “Gezi konsorsiyumu” kaybetmiştir.
Doğan Medya Grubu da kaybetmiştir... Daha açık bir ifadeyle söylemek gerekirse, sürekli “siyaset kurumunun meşruiyetine” vuran, seçilmişleri “Menderes’in akıbetiyle” korkutmayı alışkanlık haline getirmiş, darbe ihtimali belirdiğinde elinde tuzlukla koşan bu gruba okkalı bir “halk şamarı” inmiştir. Beter olsunlar...
Listeyi uzatmak mümkün...
Dağdan adam ayartıp, çözüm sürecini torpilleyen Hasan Cemal kafası da kaybetti...
Kendisini “sol teorisyen” olarak pazarlayan büyük turp Ömer Laçiner ve hemcinsleri de kaybetti...
Medya ibişleri de kaybetti...
Durumu en dramatik olan, kuşkusuz, kapı kapı dolaşıp CHP’ye oy isteyen “paralel” arkadaşlar... “Erdoğan’dan kurtulma” üzerine bina edilmiş bir siyasete umut bağladılar, 17 ve 25 Aralık darbe girişimlerine gönüllü nefer yazıldılar, “beddua seansları” düzenlediler, okul ve yurtlarda “ikna odaları” kurdular, AK Parti’ye oy vermiş kahir ekseriyeti “hırsız” ve “Acem uşağı” ilan ettiler...
Muhalefet yapmadılar, “düşmanlık” yaptılar...
Öyle ölçüsüz, öyle vicdansız, öyle kuralsız, öyle çirkin bir savaş yürüttüler ki, “düşüşleri” daha sert oldu. Bir de kendilerini “kriminal” hale getirip iyice bitirdiler...
Hülasa, halk Türkiye’ye yönelik saldırıyı gördü.
Bu aynı zamanda ülkenin değerlerine ve varoluşuna yönelik bir saldırıydı.
Pis bir saldırıydı yani...
Halk bunu gördü ve her zaman olduğu gibi “gereğini” yaptı.