Kıbrıs ekonomisinde yaşananlar malum, tüm bunları yeniden özetlemeye gerek yok kanısındayım.
Ancak iki noktanın altını yeniden çizmeyi gerekli görüyorum; bunlardan birincisi kıbrıslı rumların Annan Planı’na hayır (Kıbrıslı türkler evet derken) demesinden sonra AB’ye katılımlarının, daha doğrusu katılım kararının referandumdan önce verilmiş olmasının AB tarihinin önemli stratejik yanlışı oluşu.
İşin buralara kadar gelmesi, referandumun Kıbrıs’ın AB üyelik kararının sonrasına sarkması da bizim hatamız, özel olarak da Denktaş politikalarının bir dayatması, bir aldatmacası olmuştur, bunu da unutmayalım.
İkinci nokta, bizimle ilk bakışta pek ilgili durmuyor ama bendeniz bir biçimde ilişki kurmaya çalışacağım, Kıbrıs’ın katılım antlaşmasındaki bir konu ve bu konu bugün yaşanan krizle doğrudan ilişkili.
AB ülkelerinde ortalama kurumlar vergisi oranı yüzde 25 dolayında iken, Kıbrıs’ın AB’ye katılım antlaşmasında Kıbrıs için aynı vergi yüzde on oranlı olarak kabul ediliyor; yine malum, katılım antlaşmaları AB’nin kurucu hukukunun bir parçası sayıldıklarından AB Adalet Divanı’na da itiraz edilemiyor.
Kıbrıs’ın AB’ye katılım antlaşmasında, vergi uyumlaştırma sürecine rağmen kurumlar vergisi oranının AB ortalamalarından daha düşük oluşu Kıbrıs ekonomisinin yüksek bir gelir seviyesinde sürdürülebilirliğinin bir gereği olarak düşünüldü, kolay sermaye çekebilmek için bu yol denendi.
Gelinen noktada, tercih edilen bu yolun çok başarılı bir yol olmadığı anlaşılıyor, detaylarına girmeyeceğim ama temel konu muhtemelen para aklayarak bir sistemin sürdürülemeyeceğinin anlaşılması.
Ancak, bu noktada karşımıza iki çok önemli soru dikiliyor.
Birincisi AB ile, ikincisi ise bizimle ilgili iki soru.
Kaf dağında yaşayan sağır sultanın duyduğu, bildiği bu kara para aklama meselesine karşı AB Komisyonu’nun bugüne dek neden parmağını kıpırdatmadığı sorusu AB Komisyonu’nun mutlaka cevaplandırması gereken bir konu; yine malum, AB bürokrasisi her şeyi, en küçük detayına kadar denetleyen, tarım desteği verirken ağaçları sayan bir bürokrasi ama nedense bu kara para işi, sistemin yeniden üretimi olanaksız hale gelene kadar, görülmemiş, görülmesi istenmemiş.
İKİNCİ KONU BİZİMLE İLGİLİ; Kıbrıs Türkiye’nin AB müzakere sürecinde çok sayıda dosyanın, galiba sayısı sekiz, müzakeresini engelleyen bir devlet, bu hakları da bizden önce tam üye olmalarından kaynaklanıyor.
Yukarıda sağır sultanın bildiği bir konudan, Kıbrıs bankalarında para aklanma sürecinden bahsettim; Türkiye’nin bu konuda hukuken yapabileceği bir şey olmayabilir ama bu meseleyi uluslararası platformlarda neden çok yüksek tonlarla seslendirmediğini de anlamak mümkün değil.
Kısa vadede somut sonuç almak zor bile olsa, Kıbrıs’ın bizim müzakere dosyalarımızı engelleme politikasına karşı bu “dünyayı bilgilendirme” yönteminin tercih edilmemiş olmasını anlamak gerçekten zor; ingilizler bu politikaya “name and shame” politikası (adını koy, utansın politikası) diyorlar.
Aklıma gelen ihtimallerin hepsi çok kötü.
Bizim hariciye, maliye ya da MİT’in bu tür teknik konularla ilgilenmemiş olması bir ihtimal ama kanımca çok kötü bir ihtimal.
Hariciye, maliye ya da MİT bu meseleyi izliyor idi, biliyor idi ama Kuzey Kıbrıs’taki başka meseleler nedeniyle bu konuyu açmak, “name and shame” politikasını devreye sokmak istemediler, bu da bir ihtimal ama bu ihtimal birincisinden de daha kadar kötü bir ihtimal.
Kıbrıs’ın bankacılık krizinden nerelere geldi yazı; hayat, iktisat galiba böyle bir şey.