Abesle iştigâl etmek konusunda epey mümârese sâhibiyiz. Yâni gereksiz, saçma sapan işlerle uğraşmak alanında. Türkçede bu durumu ifâde etmek için muhtelif tâbirler vardır. Benim şimdi aklıma “dam üstünde saksağan” ve “Köpek baltaya sap getirdi mi?” sözleri geliyor.
Bu huyumuzun tipik ve âdetâ pes dedirten örneklerinden birini üç dört gündür şu “Türk” kelimesi üzerinde yaşıyoruz.
Türk nedir, ne işe yarar ve nerde yetişir türünden bir sözümona tartışma...
Önceki gün üstelik Eser Karakaş gibi aklı başında biri olarak bildiğim bir yazar da tuhaf bâzı cümleler kurunca bayağı bedbinliğe kapıldım:
“Vatandaşlık adının ‘Türk’ olabileceğini savunanların, ‘Bulgaristan Türkü, Kıbrıs Türkü’ gibi âidiyetleri nereye koyduklarını anlamak bile mümkün değildir.
Onlar etnik Türk, Türkiye Cumhûriyeti vatandaşları ise hukuki Türk derseniz gerçekden çok komik olabilirsiniz. Hiç tavsiye etmem.”
Eser Karakaş’ın neyi komik bulduğu husûsu beni ilgilendirmiyor.
Ancak “etnik” mensûbiyet yâhut âidiyetle “politik” mensûbiyet yâhut âidiyet arasındaki farkı bilmiyorsa o zaman kendi durumunun biraz acıklı olduğunu düşünmek bilmem ki nezâketsizlik mi olur?
“Bulgaristan Türkü” veyâ “Kıbrıs Türkü” ifâdeleri elbet bizzat söylediği üzere tabii ki “etno-kültürel” âidiyetleri belirtir. Fakat Bulgaristan Türkleri “politik” olarak “BulgarMilleti”nin bir parçasıdırlar. Kıbrıs Türkü ifâdesi ise istisnâî olarak biraz farklıdır, çünki “Kıbrıs Milleti” diye bir topluluk mevcud değildir. O bakımdan hem onları ve hem de Kıbrıs Rumlarını etnik mensûbiyetleri çerçevesinde bırakırız. Her ikisini birden anlatmak içinse bâzen “Kıbrıslılar”tâbirini kullandığımız olur. Ama bence iğreti bir çözümdür. Zîrâ orada aslâ tek bir millet yokdur ve olacağı da yokdur. Ada’daki Rumlar ve Türkler kendilerini anavatanlarının birer bölümü olarak görmektedirler.
Diğer çok etnisiteli devletlerin halkları ise kendilerini birer millet olarak kabûl etmekde bir problem görmezler: Belçika Milleti, İsviçre Milleti yâhut Kanada Milleti gibi. Ama etnik mensûbiyet olarak alırsanız Belçikalılar; Flamanlar, Valonlar ve Almanlardan teşekkül eder. İsviçreliler; Almanlar, Fransızlar, İtalyanlar ve Retoromanlardan; Kanadalılar ise İngiliz ve Fransız asıllı iki büyük grupdan oluşur.
Türkiye de çok etnisiteli devletlerden biridir. CIA World Factbook tarafından verilen bilgilere nazaran nüfûsumuz 2012’de 79.749.461 kişiymiş. Bununsa %77 kadarı Türk, %18 kadarı Kırmanç, %4’ü Zaza, %2’şeri Çerkes ve Boşnak, %1,5’i Arnavut imiş. Ayrıca ufak mikdarlarda Ermeni, Rum, Pomak, Ârâmî, Çeçen, Mûsevî ve Roman (Çingene) de varmış. Halkın %88 anadili olarak Türkçe konuşuyormuş; %10/12 kadarı ise ikinci dil olarak.
Asıl konumuz bağlamında “politik” bağlamda bu saydığım milliyetlere mensub bulunan yurddaşlarımız tabii ki “Türk”dür.
Ama bu, onların muhtelif başka kavimlere mensub yurddaşlarımız oldukları gerçeğini elbet değiştirmez.
Bu yurddaşlarımızdan biri elindeki pasaportla meselâ Fransa’ya girmeyi bir denesin bakalım ne oluyor!
Ondan sonra yırtınsın “Ben Türk değil, Pomağım/Zazayım bilmemneyim!” diye derd anlatmak için...
Eser Karakaş’ı da tanık diye celbettirsin! Muhakkak ki çok faydasını görür...
Koskoca bilim adamı yalan söyleyecek değil ya...
Hazır Fransa demişken: Orada Fransızlardan başka Basklar, Brötonlar, Alzaslılar, Flamanlar, Mozel Frankları, Katalanlar, Korsikalılar, Oksitanlar, 650.000 Yahudi ve beş milyon da Müslüman Arab var.
Eser Karakaş bunları nasıl adlandırıyor acabâ?
Yâhut kendi deyişiyle bunları nereye koyuyor?