Gezi Parkı’ndan çıkıp duvarlara, sokak aralarına ve eş zamanlı olarak posta kutularımıza kadar sarkan küfürbaz dil, maalesef nefretin şeffaflaşmış halini andırıyor.
Psikanalitik tespitlerden sosyolojik yorumlara kadar herkesin ekranlar ve sayfalar boyunca “mazur” gördüğü bir pervasız şiddetle karşı karşıyayız.
Gençler... Diye başlıyor kurulan her onay cümlesi. Genç, dinamik, güçlü kuvvetli olursanız, her şeye hakkınız var, böyle mi? Nürnberg Gestaposu nazarında da ancak güçlü olanların, hakkı vardı. Gençliğe tanınan bu üstünlük algoritmisinin Gezi’de gösterime konan tehlikeli ve sirayet edici bir sarmala dönüştüğünü fark etmiyor musunuz? Şiddet, karşı şiddetin ebesidir ne yazık.
Evet demokratik hak talebi, evet etkileşimci demokrasi, evet çevre hakkı, evet kent katılımı, evet siyasal eleştiri... Ama yakıp yıkmaya, kadınlar üzerinden iğrenç tehditlere, cinsel içerikli tacize, kişilik haklarına, onura saldırıya, bin kere HAYIR! Bu aşikar kötücüllüğü, gençlik mazeretiyle kapatamazsınız!
***
Cinsel içerikli bu küfür ezberinin “zamanın ruhu” şeklinde modaya uygun bir hediye paketiyle sunulması da ayrı hikaye.
X,Y, Z derken harfleri bitirdik de kıyamet kopmadan ah şu gençleri bir türlü anlayamadık yazıklanmalarıyla şaşkınız. Anlamak istiyoruz evet, bir anlamı olmalı diyoruz, zira bizlerin yetiştiği nesiller için hayat anlamdı, hatta anlam varoluşun kendisiydi. Beşir Atalay’ın Meclis’te “kitap okurken yakalandığı” haberleri, bunun adeta heykelleşmiş halidir. Kibarca verdiği cevap tarihe geçmeli. Tabii şayet tarih ve zaman diye bir bilgi olacaksa yakın gelecekte... Çünkü zaman da yok, modüler tekrarlar üzerinden bir yerden bir yere kalabalıklar halinde akışan trendler var, ki ruh zannettikleri de budur... “Kitle” veya “halk ruhu” gibi her an totaliterleşme tehlikesiyle iç içe bir şeydir oysa bu...
“Başka bilinç” dedikleri, olmayı değil görülmeyi önceliyor. Olmayı bekleyecek kadar sabrı da yok özeni de. Maksat görülen olmak. Gittiği her yeri adım adım fotoğraflayıp yayımlayan gençlerin, “buradayım” deyişini elbette önemsiyorum. Ama eksik bir şey yok mu sizce de? Orada oluşunuzun anlamı nedir mesela? Ama orta yaşlı pek çok kadın gibi gençlere has bu gösteriye de bir anlam yüklüyorum ardından; “çok şükür herkes sağ salim” şeklinde bir iyilik sağlık duasına dönüşüyor önümden akan on binlerce ben buradayım tweet’i...
***
Mustafa Kutlu’nun “Bu Böyledir” adlı uzun hikayesinde yalan dünya, hepimizin hapsolduğu bir kasaba panayırı metaforuyla sunulur. Gezi Parkı’ndaki panayır veya karnaval görüntüsü de buna benziyor. Şovlar geçidi şeklinde birbiriyle uyumsuz, hatta çoğu kez kavgalı gruplar aynı panayır tentesi altında sıralanabiliyor. Yan yana durabilen Atatürk ile Apo posterleri ya da kandil simidi ile içki şişesi göstergelerinden de takip edebileceğimiz gibi, herkesin her şeyleşebildiği bir stantlar yığını halinde Gezi Parkı.
Eskinin Mahmutpaşa yokuşuna has “her bedene uygun giysi bulunur” sloganı, her şeye rağmen içinde bir tür alicenaplığı barındırırken... Taksim’den fışkıran slogan hepimize level atlatarak “her beden uygundur”a dönüşmüş durumda. Artık giysi yok!
Artık örtmekten bıktık diyor Taksim’deki dayanışma. Gri hücreleri bilincin, ne kadar da teyakkuz halindeymiş meğerse, gizil hınçlar beklermiş orada. Cankurtaranların üzerinde de yazar ya; “önce kadınlar ve çocuklar”... Önce onlar alıyor payını şiddetten.
Küfürde eşitlenmenin coşkusuyla yol alan, hoyratlıkta sınır tanımayan bu karnaval diline dair eleştiriyi herkesten önce feministler gerçekleştirir diyordum... Apolitik olanı buyur etmekte en mahir ustalardır diye bildiğim feminist sofranın hemşireleriyse, politikaya (aslında mevcut hükümete muhalefet etmeye) o kadar odaklanmışlar ki; Gezi’den yükselip camı çerçeveyi, taşı kaldırımı yakıp yıktıktan sonra sağ kalan duvarlara kadın ve çocuk tacizini, tecavüzün düpedüzünü içeren “otomatik portakal”ı meyve suyu niyetine servis edecek kadar...