Anayasalar, nihai analizde, ne işe yararlar?
İlk bakışta bu soru çoğumuza saçma bir soru gibi gelebilir ama mutlaka sorulması gereken ve cevabının da, kimileri kabul etmese de, toplumsal refah artışı üzerinden verilmesi gereken bir sorudur bu.
Anayasalar ilk bakışta temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasını sağlarlar, genel kabul gören anlayış budur.
Temel hak ve özgürlükler, üstelik evrensel bir bağlamda, çok önemlidirler ama bu evrensel temel hak ve özgürlüklerin de nihai amacı toplumsal refahın arttırılması olmalıdır.
Toplumsal refahı azaltıcı bir temel hak ve özgürlük düşünebilir misiniz?
Ya da tersten düşünelim, toplumsal refahı arttırmayan bir temel hak ve özgürlük ne demektir?
Zaten çağımızda temel hak ve özgürlüklerin düzeyi ile toplumun genel refah düzeyi arasında bire bir ilişki mevcuttur ama yine de anayasaların temel ve nihai fonksiyonunun toplumun genel refah düzeyini yükseltmek olduğunu iyi görmek lazımdır.
Anayasanın her maddesinin yazımı sürecinde bu mantık temel alınmalıdır; bir maddenin ruhu ve lafzı özgürlükler üzerinden toplumun genel refah düzeyini yukarıya taşımıyor ise mutlaka yanlıştır, yeniden düşünülmelidir.
Herkesin biraz düşündüğü ama söylemeye çekindiği konuyu açmaya gayret ediyorum.
Anayasa maddelerinin ruhu ekonomik etkinliği ve bu etkinlik üzerinden iktisadi büyümeyi yani toplumsal refahın artışını temel almalıdır.
Herhangi başka bir ulvi (!?) amaç uğruna iktisadi etkinlikten, büyümeden, mülkiyet haklarının uluslararası korunmasından geri adım attıran maddelerin varlığı yeni anayasa ve Türkiye için bir nakısa olacaktır.
Bugüne dek Türkiye’de çok tartışmadık, önümüzdeki dönemde daha çok tartışacağız, hukukun iktisadi etkinlik ve büyüme üzerindeki etkisi sandığımızdan çok daha fazladır.
Bugüne dek hukuk ve ekonomi ilişkisini daha ziyade ekonomiden hukuka giden bir süreç olarak algıladık ama 21. Yüzyıl bu ilişkinin tersine döndüğü, sürecin hukuktan ekonomiye doğru işleyeceği bir yüzyıl olacaktır.
Ekonomik büyümenin, en çok da ihtiyacımız olan şey budur, en temel girdisi artık hukuk olacaktır.
Bugüne dek, anayasalarımız, yasalarımız, özellikle de daha alt hukuk normlarına tekabül eden tüzüklerimiz, yönetmeliklerimiz, genelgelerimiz bırakın ekonomik etkinliği, büyümeyi, mülkiyet haklarının korunmasını, açık toplumu hedeflemeyi, ekonomik hedefleri tırpanlamaya, devlet mülkiyetini yüceltmeye, öncelemeye, etkinliği azaltmaya yaradılar.
Devletçiliğin, ulusalcılığın, isterseniz milliyetçilik de diyebilirsiniz, temel amacı da, temel kaygısı da zaten bu idi, açık toplum düşmanlığıydı.
Mülkiyet haklarının önemi, iktisadi etkinlik gibi kavramlar hep zararlı kavramlar olarak algılandılar.
Bu temel ideolojinin, bu ideolojinin hukuka yansımasının bizi getirdiği nokta ise belli: on bin doları ancak aşabilen bir kişi başına gelir düzeyi, UNDP endeksinde doksanıncı sıra.
Türkiye’nin 21. Yüzyılın başında yeni bir anayasa yapma zorunda oluşu bir fırsat olarak görülmelidir.
Umarım bu yeni anayasaya son şeklini verecek olanlar iktisadi büyümenin büyük önemini ama bundan da önemli olmak üzere, iktisadi büyümenin temel girdisinin mülkiyet hakları, özgürlüğü öne çıkaran maddeler, demokraside, hukuk devletinde ve ekonomide açık toplum olduğunu iyi değerlendirirler.
Anayasalar toplumsal refahın, zenginliğin maksimizasyonunu sağlıyorlarsa iyi anayasalardır, gerisi de boş laftır.